Ekonomide geçiş ya da hazırlık dönemi olmaz. Ancak, her değişim öncesi yaşanıldığı gözlenen bu dönem, savunulması zora düşen mevcut ekonomik sistemin var olma süresinin bir çatışma sürecinde uzamasıdır.
Çatışma, mevcut sistemin güç uygulayıcıları ile değişimden yana olan kesimi arasındadır. Taraflar istekleri doğrultusunda karar vericilerin davranışlarını etkilemeye çalışırlar. Sistemin güç uygulayıcıları, öncelikle mevcut yapının devamından, daha sonra da sahip oldukları rollerinin yeni yapılanma içerisinde korunmasından yanadırlar. Değişimi isteyen kesim ise bir an önce yaşam düzeyini yükselteceğine inandığı yeni yapılanmadan yanadır.
Bugün, dünya üzerinde ekonomiyi yönetmeye çalışarak başarı elde edebilmiş tek bir ülke yoktur. Aksine, ekonomiyi yönetmeye çalışmak yerine, tabanda tüketicinin sürekli gelişen ihtiyaçlarının güdümüne bırakmaya çalışarak başarıya yaklaşmış çok ülke vardır.
Amaç gelişmiş bir ülke olmak ise, önce gelişmiş ülke tanımını yapmak gerekir. Bu, başka bir deyişle, hedefin belirlenmesi ve tarif edilmesidir. Sonra, yerinde durmayan bu hedefe nasıl ulaşılabileceğinin tespit edilmesi gerekir. Prensip olarak, her zaman farklı yöntemler ve araçlar vardır. Bunlardan doğru olanlarının seçimi ise, seçenekleri mevcut birikiminle nasıl algılayabildiğine bağlıdır. Doğru yöntem ve araçları seçememiş isen, sonuç sürekli gelişmekte ya da az gelişmiş bir ülke olarak kalmaktır. Doğru yöntem ve araçları seçebilmiş ancak uygulayamamışsan, sonuç yine aynıdır.
Dünya bugün uygulama içerisinde olgunlaşırken, artık geçiş dönemi adı altında zaman ve güç kaybeden uygulama özürlü bir değişimi pazarlamaktan vazgeçelim. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra komşuna karşın kalkınma modellerinin sakıncaları ve rekabetçi bir büyümeye nasıl gem vurduğu anlatılırken (ki GATT bu görüşün o zamanki ürünüdür) biz dünyada yoktuk. Bugün orta yaşlı kuşaktan olduk, halen dünyaya açılmanın yararlarını anlamakla övünenleri, tabii hala anlamayıp tartışanları izliyoruz.