Günlerdir en çok konuşulan ve kamuoyunu birinci derecede meşgul eden konu şüphesiz deprem. Yıllardır göz ardı edilen bu konu bizlere, doğa biliminin yaşamsal önemini ve değerini de öğretmiş oldu. Ne yazık ki, doğa bilimleri mühendislik gibi kesin, deterministik sonuçlara ulaşabilen pozitif bir bilim dalı değil. Fay hatlarının mevcudiyeti, deprem üretebilme nitelikleri, istatistiksel süreci gibi verileri analiz ederek, olasılıklar ileri sürebilen bir bilim dalı. Burada önemli olan, yanılgıyı minimize edecek bilimsel referans noktalarının belirlenmesidir. Görünen o ki, kesin sonuç bekleyenleri doğa bilimcilerin tatmin etmesi zordur.
İhtiyaçların yaratılması ve karşılanmasında yaşanan rekabet, tüketici egemenliğinin arttığı piyasalarda işletmeleri sürekli daha nitelikli hizmet vermeye zorlamaktadır. Bu olgu, pazarlama kanallarında da daha düzenli bir işbirliğini gerekli kılmaktadır.
Ekonomide ölçek, uzun süre matematik sonuçları açısından verimlilik ile eş değerli anılan bir kriter olmuştur. Yüksek bir kapasiteye hükmediyorsanız, hem birim başına düşen sabit gider paylarınız küçülecek, hem de alım ve satımda pazarlık gücünüz yüksek olacaktır. Ön koşul kapasitenin kullanılabilir olmasıdır. Başka bir deyişle, ölçeği ne olursa olsun sahip olduğunuz üretim kapasitesinin çıktısı, rekabet üstünlüğüne sahip bir ürün ya da hizmet olmalıdır.
Şirket içi istenmeyen ve öngörülmeyen yapılanmalara moda deyimle “derin şirket” ismini yakıştırdım. Derin şirket, hemen her kuruluşta varolan ve özellikle yeniden yapılanma süreçlerinde kendilerini hissettiren olgulardır. Şirketler içerisinde zamanla oluşmuş, güçleri karar verici ya da karar vericiyi etkileyen unsurlarla olan ilişkilerine bağlı farklılaşan çekirdek yapılanmalardır. Organizasyon içerisinde öngörülmedikleri için tanımları da yoktur.
1990 yılında büyük bir grubun merkez yöneticilerine, yakın bir gelecekte iç ve dış pazar farkları kalmayacak, bu nedenle pazar ayırımı yaparak ürün konumlamaya çalışmayın dediğimde, ihtiyatla ve kuşkuyla yüzüme bakmışlardı. Bugün, dünyanın 16. büyük ekonomisine sahip, belirli ölçüde sınırları ticarete açık olan Türkiye’de tüketici globaldir. Türk tüketicisinin davranış kalıpları ile batılı emsallerinin davranış kalıpları aynıdır. Bu sayede global markalar ülkemizde önemli pazar paylarına sahiptirler. Böyle bir ülkede marka yaratmak istediğinizde, rakiplerinizin yerel değil, daha çok global markalar olduğunu düşünmeniz gerekir. Türkiye gibi, global markalara fason çalışan, değer yerine ürün üreten bir ülkede dünya markası yaratılabilir mi?