Sokaktaki Özgür İnsan

Günlerdir en çok konuşulan ve kamuoyunu birinci derecede meşgul eden konu şüphesiz deprem. Yıllardır göz ardı edilen bu konu bizlere, doğa biliminin yaşamsal önemini ve değerini de öğretmiş oldu. Ne yazık ki, doğa bilimleri mühendislik gibi kesin, deterministik sonuçlara ulaşabilen pozitif bir bilim dalı değil. Fay hatlarının mevcudiyeti, deprem üretebilme nitelikleri, istatistiksel süreci gibi verileri analiz ederek, olasılıklar ileri sürebilen bir bilim dalı. Burada önemli olan, yanılgıyı minimize edecek bilimsel referans noktalarının belirlenmesidir. Görünen o ki, kesin sonuç bekleyenleri doğa bilimcilerin tatmin etmesi zordur.

Bu zorluğu sosyal bilimciler de yaşar. Örneğin; ekonomi, var olan piyasa ilişkilerini açıklayan bir sosyal bilim dalıdır. İleriye yönelik kesin analitik sonuçlar öngöremez. Olasılıklar üzerine argüman üretir ve her sapma ekonomistler için yeni birer öğretidir. Uzun yıllar,  pozitif bilim dallarından yararlanmaya çalışarak matematiksel modellerle makro analizler yapan bazı ekonomistler, piyasaların cezalandırdığı bilim adamları olmuşlardır. Sonunda, yanılgılarının kaynağının, modellerinde kontrol altına aldıkları zannettikleri “sokaktaki insan” olduğunu anlamışlardır.

Kağıt üstünde yönlendirilen insanlar reel yaşamda öngörülere ihanet ederler. Sonuç açıktır; insan davranışları kontrol edilemez. Bir olgu daha aynı anda gözlemlenir; insan davranışları rasyoneldir. O halde insanlar kontrol edilmeye de çalışılmamalıdır. Yakın geçmişte, kontrollü ekonomiyi savunan, hatta Marksist yetiştirmekle ün salan üniversiteler (LSE gibi) oluşturdukları bilimsel jüriler önünde ekonomiye bu kısıtta bakmadıklarını açıklama ve ibra edilme gereğini duymuşlardır. Gerçek kaygıları, bundan böyle öğrenci bulamamaktır.

Dünya bu sonuçlardan gerekli dersleri çıkarmıştır. İnsan davranışları bilimsel referans noktasıdır. Rasyonel sonuçlar sokaktaki insanın özgür karar ve davranışları sonucu ortaya çıkacaktır. Bu görüş 21. Yüzyıla girerken dünyaya egemen olacak ekonomik politikayı da beraberinde getirmiştir. Bir anlamda ekonominin temel kavramlarına geri dönülmüştür: Liberalizm ve tüketicinin vazgeçilmez egemenliği.

İnsanlar hem ekonomik, hem de siyasal alanda özgür, başka bir deyişle yaşama egemen olmalıdırlar. Bu nedenle, 21.yüzyıla girerken, AGİT dahil tüm uluslararası çabalar bireyin egemenliğinin ulus gözetmeden korunması üzerine yoğunlaşmıştır. İnsan haklarından, siyasal ve ekonomik özgürlüklerden yararlanmak için sadece insan olmak yeterlidir. Hangi ülkenin vatandaşı olduğunuzun önemi yoktur. Bu ütopya çelişkileri de ortaya çıkarmıştır. Kendi insanının evrensel boyutlu özgürlüğünü  savunamayacak bir ülke olmaz, ancak bu özgürlüğün ulus çıkarlarına paralellik göstermesi gereğini gözetmeyecek bir ülke de olmaz. Bugün Türkiye gibi özgürlük adına yayınlanan uluslararası anlaşmaların hemen her satırına imza atan birçok ülkenin, aynı oranda ve zamanda kendi ülkesinde uygulamaya geçmemesinin altında yatan ortak kaygı “bireye tanınacak bu özgürlükler dolaylı olarak ulus çıkarlarına zarar getirebilir” mi sorusudur.

Önümüzdeki yüzyılın ilk çeyreği, özellikle birey haklarının evrensel boyutta teslim edildiği bir dönem olacaktır. Aynı süreçte, ulus-devlet konumundan, uluslararası ve giderek çok uluslu bütünleşmelere ve uluslar üstü global liderliklere doğru yol alınacaktır. Bu yolculukta birey çıkarları ile ulus çıkarlarının çelişmediğini fark eden  ve bu amaçla vatandaşına her sahada daha fazla özgürlük tanıyanlar bayrağı en önde taşıyacaklardır. Başka bir deyişle 21. yüzyıl, vatandaşının kararlarından korkmayan ülkelerin yüzyılı olacaktır. Bu oluşumun siyasal rehberi “insan hakları”, ekonomik rehberi de “serbest rekabet” kurallarıdır.