Türkiye’de ne hukukun, ne de demokrasinin Avrupa Birliği standartlarında üstün kılınacağı bir yaşam düzeyi ufukta yok. Yalnızca, sözünü ettiğimiz kavramlarla henüz tanışmamış ya da kıyısında duran gelişmemiş ülkelere görece elde edilmiş olumlu farklılıklar var. Ulu önder Atatürk’ün Cumhuriyeti kurduğu yıllarda temelleri atılmış ve o günden bugüne ilerlediği de şüpheli farklılıklar.
Türkiye’de tarım sektörünün geri sayımı korunmaya alındığı zaman başladı. Tarım Satış Kooperatifleri ya da Birlikleri, üretici ile pazar arasında köprü olmak için üreticilerin bir araya getirilmesi ile kuruldular. Devlet, başlangıçta söz konusu birliklerin kurulmasına sadece önayak oldu. Birliklerin temel misyonu, pazar bilgilerini, öngörülerini üreticilere aktarmak, sağlıklı öngörülere yatırım yapacak olan üreticilere de hammadde, malzeme ve kredi temini konularında yardımcı olmaktı. Kısacası, üreticilerin pazara entegre olmalarını sağlamak için kuruldular.
Kendisi için en iyiyi sokaktaki insan bilir. Sokaktaki insan için en iyiyi devlet bilir. Bu iki farklı anlayış dün ve bugün iki ayrı kesimi sürekli karşı karşıya getirmektedir. Bunlar, makro analizleri yönetim aracı zanneden devletçilerle, mikro davranışların yarattığı piyasa ilişkilerini açıklamaya çalışan ekonomistlerdir. Birinci kesim, sokaktaki insanın gücünün farkında değildir. İkinci kesim ise farkında olduğu bu gücün etkilerini açıklamaya çalışır. Dünya, bu gücü fark ederek bireyin katkısını maksimize etmeye çalışan ülkelerle, bu gücü yok sayarak bireyin katkısını minimize etmeye çalışan ülkeler tarafından paylaşılmaktadır.
Türkiye davranışlarını gelişmiş ülkeler gibi düzenleyeceğini ilan ediyor ama bu yöndeki davranış kalıplarının özüne inmeyi başaramıyor. Bir ülkenin döviz rezervi ne demektir?, ne işe yarar? gibi konuları da halen kapalı ekonomi dönemi anlayışıyla ele almaya devam ediyor.
Küreselleşme sonucunda ulus devlet anlayışının ortadan kalkacağı yorumları yapıladursun, gelinecek nokta eskisinden daha güçlü ancak, farklı bir ulusallaşma olacaktır.