Türkiye, üretim odaklı piyasa geçmişi olan ve ne üretirse onu satmaya alışmış bir özel sektöre sahiptir. 1980 yılından sonra sınırları ticarete açılan ülkemizde, yukarıda sözünü ettiğim alışkanlıklarını devam ettirmek isteyenler engellediği için piyasa ekonomisi ve kültürü gelişememiştir. Dönüşümün gerektirdiği yeniden yapılanmaya, aynı kültüre sahip ve gücünü devlet oligarşisinden alan siyasiler de, bürokratlar da çok gönüllü olmamışlardır.
Piyasa ekonomisi; üreticilerin egemenliklerini tüketicilere devrettikleri ve devletin üretici egemenliğinin oluşmasında ve korunmasında paydaş olma olanağının bulunmadığı bir düzendir. Bu düzende egemenlik tüketicinindir.
Bir logo yapalım namın yürüsün. Çek bir marka moderen olsun. İtina ile üç günde marka yaratılır. Yanlış okumadınız, yakında marka tezgahlarda satılacak. Bulduğunu zannedenler de alacaklar. Hele bir de guru cinsinden çığırtkan buldunuz mu: Bir marka alana bir adet de bedava.
Türkiye’de bir şeyin eksikliği görülmesin. Herkes uzmanı kesilir. Bu işte para da varsa yandınız! Uzmanları atlı polisle kovalasanız ardı arkası kesilmez. Şimdiler de ülkemizde en çok marka uzmanı var. Markası olmayan ülkenin marka uzmanları. Meğer kelin melhemi varmış da başkalarına sürmek için saklarmış.
Cari ticaret açığı, ithalat gideri ile ihracat geliri arasındaki farktır. Turizm ve diğer hizmet gelirleri ile giderleri arasındaki farkın da cari ticaret açığına eklenmesiyle “cari açık” rakamı oluşur. Bu rakamların cari ticaret fazlası ve cari fazla olarak ortaya çıkması da bir diğeri kadar doğaldır.
Türkiye gibi sınırları ticarete açılmış gelişmekte olan ülkelerde “cari açık” son derece doğal ve beklenen bir sonuçtur. Tüketicisi globalleşmiş ama üreticisi yerel kalmış bir ülkenin ekonomisinin ithalata dayalı büyüyeceği açıktır.
Türkiye’de, AKP tek parti iktidarının sağladığı istikrar ortamının dış kaynaklı iki ayağı vardır. Birincisi; AB üyeliği için takip edilen yol haritasıdır. İkincisi de; ekonomide IMF ile yapılan stand-by anlaşmasıdır. Her ikisi de istikrar ortamının sigortasıdır.
Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik açmazlardan çıkabilmesi, güven ortamının sarsılmamasına ve istikrarın devamına bağlıdır. Prensipte her ekonomi kırılgandır. Ancak, Türkiye ekonomisinin kırılma eşiği düşüktür. Kamu harcaması yapamayan ve sürekli çevirmek zorunda olduğu (2003 borç çevirme oranı yaklaşık %98.5 ) borç ortamında kaynak yaratmaya çalışan Türkiye’nin dengeleri çok hassastır.
Hukuk şemsiyesi altına alınamayan ekonomik yaşamın riskleri üstlenilemez. Bu nedenle, yatırımcılar ve tüketiciler hukuk zemini oluşturulmamış ekonomik ortamlarda aktör olmak istemezler. Hukuk zemini ise birbirinden ayrılmaz iki aşamadan meydana gelir; yasalar veuygulanması.
İki aşamadan birinin yokluğu, yasal dayanağı olmayan bir uygulama, ya da uygulama yeteneği olmayan yasalar demektir. Her ikisi de hukuk zemininin olmadığı anlamına gelir.