Cari Açık Nedir, Ne Değildir?
Cari ticaret açığı, ithalat gideri ile ihracat geliri arasındaki farktır. Turizm ve diğer hizmet gelirleri ile giderleri arasındaki farkın da cari ticaret açığına eklenmesiyle “cari açık” rakamı oluşur. Bu rakamların cari ticaret fazlası ve cari fazla olarak ortaya çıkması da bir diğeri kadar doğaldır.
Türkiye gibi sınırları ticarete açılmış gelişmekte olan ülkelerde “cari açık” son derece doğal ve beklenen bir sonuçtur. Tüketicisi globalleşmiş ama üreticisi yerel kalmış bir ülkenin ekonomisinin ithalata dayalı büyüyeceği açıktır.
Cari açık, mikro da öngörülmüş, finansmanı sağlanmış ya da planlanmış dış ticaretin bir parçasıdır. Mal ve hizmet ticaretinde döviz çıktısı, döviz girdisinden fazla olduğunda, döviz ihtiyacı farklı kaynaklardan temin edilir. Doğrudan ve dolaylı yabancı sermaye girişleri, sendikasyonlar bu kaynaklardan bazılarıdır. MB’nın döviz rezervleri ise daha çok fiyat istikrarını korumak için başvurulacak güç kaynaklarıdır.
Cari açığın, GSMH’ ya olan oranına bakarak tehlike sınırına geldiği veya gelmediği yorumunu yapmak çok doğru değildir. ABD’de %5 olan bu oranın, %3.7 civarında olan Türkiye’ye örnek gösterilmesi, elmayla armutu karşılaştırmaktan farksızdır. Farklı sosyo-ekonomik alt yapılar ile dış ticaretteki farklı mal ve hizmet dağılımları, ülkeden ülkeye yorumları değiştirecek etkenlerdir.
Türkiye gibi bir ülkede yatırım malları ithal edilecektir. İhracatta, yan sanayi geliştikçe azalmakla birlikte uzun süre ithal girdilerin ağırlığı devam edecektir. Markalaşma sağlandıkça azalmakla birlikte nihai tüketimde ithal ürünlerin tercih edilmesi doğaldır. Dolayısıyla, cari açık, Türkiye ekonomisinin yapısal özellikleri nedeniyle, ekonomi büyüdükçe artacaktır. Ancak, Türkiye ekonomisi de rekabet düzeyi yükseldikçe güçlenecek ve giderek ihracat ağırlığı artan bir ticaret hacmine kavuşacaktır.
Bugün hem dünyanın, hem de Türkiye’nin başlıca sorunu reel sermayenin yetersizliği ve verimsizliğidir. Klasik iktisadın söylediğinin aksine, çok uzun süredir finansal sermayeler, reel sermayelere dönüşmemektedir. Reel sermayenin yarattığı kârlar düşüktür. Dolaşan dolaylı sermayenin, yine dolaşan doğrudan sermayeye oranının beş katına çıktığı dünyamızda, finansal sermaye reel sektörü adeta rehin almış durumdadır. Reel sektörün yeniden kârlı ortamlara kavuşması şarttır. Bunun yolu verimliliktir. Verimliliğin ilacı da rekabettir.
İthalatın reel sektörün terbiye edilmesinde ve verimliliğinin arttırılmasındaki rolü yadsınamaz. Türkiye ekonomisi ithalatla büyüyecek ve ithalatla rekabet ederek gelişecektir. Cari açık bir sonuçtur. Sonuçlarla doğrudan mücadele etme alışkanlıkları terk edilmelidir. Türkiye artan rekabet ortamında sürekli daha verimli üretim süreçlerine kavuşarak cari açıklarından korkmamayı öğrenecektir. Bu nedenle, cari açığın hangi kalemlerden oluştuğu ve neden meydana geldiği, cari açığın kendisi kadar önemlidir.
Cari açığın dalgalı kur rejiminde önemli oranda dengelendiği de unutulmamalıdır. Cari açıktan ya da herhangi bir nedenden ürken piyasalarda dövize olan kaçışın kurları yukarı çekmesiyle ithal girdi fiyatlarının yükseldiği ve buna bağlı ithalatın gerilediği de bilinmektedir. Elbette bu olgu tek başına cari açığın sigortası değildir. Ancak, döviz kurlarıyla ilgili sabit kur rejiminin neden olduğu belirsizlik ve paranoya bugün yoktur.
Türkiye, yakın bir gelecekte doğrudan yabancı sermaye girişini arttırmak, yeni kaynaklar yaratmak ve cari açıktan çok daha önemli olan bütçe açığını kapatmak zorundadır. Çok güçlü ekonomilerin bile kamu harcaması yapmadan ayakta durmalarının zor olduğu bir dünyada, Türkiye’nin sadece borç çevirerek işlerin iyi gittiğini düşünmesi yanlıştır.
Türkiye ekonomisinin büyümesi için gereken istikrar ve güven ortamının Türk Lirasını güçlendirmesi ve kurlardaki düşüşün de ithalatı özendirmesi sürpriz değildir. Önemli olan rekabet gücü yükselen bir reel sektörün cari açığı lehine çevirmesi ya da korkulur olmaktan çıkarmasıdır.
Güçlü, verimli ve kredibilitesi yüksek bir reel sektör oluşamadığı için bankacılık kesimi kamu borçlanmalarına aracı olarak yaşamlarını sürdürmektedir. Bu olgu, reel faizlerin yüzde on beşlerden aşağı düşmesinin önündeki başlıca engeldir. Verimsiz ve katma değer yaratamayan bir reel sektörün, finansal sermayelere aday olamaması sonucunda doğacak bir krizle Türkiye henüz tanışmamıştır. Sürekli finansal krizlerden kaçmanın yollarını arayan yöneticilerin, ürettikleri yapay tedbirlerle reel sektörde derin bir krizin yaşanma olasılığına katkıda bulunduklarını unutmamaları gerekir. Türkiye ekonomisinin günü kurtaracak fikirlere değil, köklü reformlara ihtiyacı vardır.
Mikro gelişmelerden soyut, salt oranlardan(!) yola çıkarak bir ekonominin sağlıklı büyüdüğünü ya da büyümediğini tayin etmeye çalışanların ekonomi bilgilerini gözden geçirmelerinde yarar vardır. Cari açık büyüdü; tüketimi kısın, KKDF’ yi arttırın, TL aşırı değerlendi; dövize müdahale edin gibi söylemlerle ekonomi yönetimi hafife alınmamalıdır.