Yaratıcılık ve İletişim
Üniversitelerde, yurt içinde ya da dışında bulunduğum konferanslarda ortak bir gözlemim oldu. İletişim öğrencilerinin hemen tamamı yaratıcı olmanın peşindeler. Ancak, Türkiye’deki öğrencilerin hemen tamamı ise yaratıcı olmanın ekonomik değerinin farkında değiller.
Anglo-sakson eğitim veren (ABD, İngiltere gibi) ülkelerde tanınmış Business School’larda; seminer, work-shop ve prezantasyonlarla dersler desteklenmektedir. Öğrenciler; uluslaraşırı (transnational) sektör liderlerinin marka ve kurum kimliklerinin arkasındaki felsefelerini, davranış kalıplarını, yeni ürün geliştirme, rekabet üstünlüğü ve fiyatlandırma politikalarını, iletişim stratejilerini ve bütünleşik pazarlama modellerini kaynağından dinleyebilmekle ve doğrudan bilgilenmektedirler. Bu sayede yaratıcılığın ne olması gerektiğini ve ekonomik değere dönüşme zorunluluğunu daha iyi kavrayabilmektedirler.
Bizim üniversitelerimiz ise birkaç istisnası dışında, ülkemizdeki uluslaraşırı şirketlerin varlığına karşın, gerekli ilişkileri kurarak öğrencilerin çok zengin uygulama kaynaklarından yaralanmalarını sağlayamamaktadırlar.
Türkiye’de üniversiteyi bitiren iletişim öğrencilerinin çoğu, yaratıcılığın ayağı yere basan, bulutlarda uçmayan ve ekonomik değere dönüşmesi zorunlu faaliyetler olduğunu anladıklarında çok geç olmaktadır. Bu nedenle, Türkiye gibi üniversite – sanayii ilişkisini kuramayan, kurum içi eğitimlerle çalışanlarının bilgilerini güncelleyemeyen ülkeler, diğer mesleklerde olduğu gibi iyi iletişimcilere de sahip olamamaktadırlar. Yaratıcılık, sıra dışı çabalar olarak algılanıyor, para ve zaman kaybettiren sonuçsuz işler hem piyasaları işgal ediyor, hem de öğrencilerin zihinlerinde yanlış modeller oluşuyor.
Pazarlama terminolojisinde yaratılan ihtiyaçlardır. Yeni bir ihtiyaç yaratmak ve talebe dönüştürmek sürekli amaçtır. Tüm yeni ürün ve hizmetler bu amaca yönelik planlanır ve üretilir. Prosese, zamanlama, fonksiyonellik, ergonomik, estetik ve ekonomik olma kaygıları birlikte etki ederler. Tüketicinin yararlanamadığı , ekonomik değeri olmayan bir ürün yaratılmış kabul edilmez.
Zihinsel darboğazları olmayan, disiplinli çalışma gerektiren ve kurumsallaşmış çabalarla tekrarlanabilen proseslerle elde edilebilecek yaratıcı sonuçlar, genellikle çok az kişisel nüansları olan takım çalışması ürünleridir. Sıradışı yaşamları olan ve aykırı davranışlar sergileyen liderler ile uçuk fikirler üretebilmek için yırtık pantolonlu, gömleği yada eteği bir yana savrulan, saçı, sakalı dağınık üyeler de gerekmez.
Yeterince ekonomi bilgisi olmayanlar nasıl iyi işletmeci ve yeterince işletme temeli olmayanlar iyi pazarlamacı olamazlarsa, yeterince pazarlama temeli olmayanlarda iyi iletişimci olamazlar.
İletişimci, bilgisini ve mesaisini, yaratıldığı iddia edilen değerlerin yansıtılması için harcar. Özellikle markalaşma sürecinde çok önemli bir misyon üstlenir ve yaratıcılığını kendi alanı olan zihinlere ulaşmakta ve yer etmekte gösterir. Ürün ve hizmetlerin denenmesine ve sahiplenilmesine yardımcı olur. Yansıtılması için çaba harcadığı değerlerin yaratılması ise görevi değildir. Her yeni fikrin ve ihtiyaç karşılayacak bir iddianın kabul göreceği yerin zihinler olduğu düşünülürse, iletişimin bütünleşik pazarlama örgüsündeki yerinin çok önemli olduğu da anlaşılır.
Türkiye’deki üniversitelerde iletişim departmanlarında işletme ve pazarlama modüllerinin yeterli olmadığı ve öğrencilerin temelsiz ve sınırsız bir yaratıcılık hevesiyle yanlışları doğrularından daha fazla olan bir yolda ilerledikleri kanısındayım.
Bazı iletişimcilerin dergi ve gazetelerdeki yorumlarının da daha çok yüzeysel olması ve derindeki unsurları gözden kaçırmaları, işletme ve pazarlama temellerinin yetersiz olmalarından ileri gelmektedir. Bu nedenle, halkla ilişkiler iletişim, reklamcılıkta yaratıcılık zannedilmektedir.
Türkiye’de bu güne kadar marka yaratılamamasının arkasındaki en önemli nedenlerden biri, bütünleşik pazarlama örgüsündeki rollerin doğru paylaşılamamasıdır.