Şimdi Ne Olacak?
Türkiye için en zor günler yeni başladı. Kolay olanı, IMF'nin programı onaylamayıp parayı vermemesiydi. Bu takdirde, Türkiye'yi yönetegelenler dünyaya meydan okuyup "Türk'e Türk'ten başka dost yoktur" söylemleri eşliğinde kendinden menkul yöntemleriyle bildiklerini okumaya devam edeceklerdi. Oysa, IMF programı onayladı ve paranın musluğunu açtı. Şimdi ne olacak?
1946'dan bu yana 54 yıl içerisinde 17 ekonomik istikrar (!) programını başarısızlıkla sonuçlandıran zihniyet hiç değişmeden 18.yi başarabilecek mi? 18. program temelinde zihniyet değişikliği içeren, ekonomik olmaktan çok siyasal bir program. Bu nüans, programı başarılı kılmaya yetecek mi? Evet demekte zorlanıyorum. Çünkü, zihniyeti değişmesi gerekenler ya farkında değiller ya da olmak istemiyorlar. Görünen, başarmaktan çok kamuoyunu kaybetmeden programdan nasıl sıyırırız planlarının yapıldığıdır. Zihniyeti ve davranışları değişmesi gereken kesimleri birlikte inceleyelim, kararımızı birlikte verelim.
Siyasetçileri ele alalım. Liderler, kendilerini seçecek delegeleri seçiyor, milletvekili adaylarını seçim bölgesi gözetmeden istedikleri sıraya yerleştiriyorlar. Hükümet olduklarında da uzmanlığı uyum sağlamak olanlarla kabinelerini oluşturuyorlar. Tekrar seçilecekleri kaçınılmaz olan siyasetçilerle, vatan millet uğruna ters düşmenin geleceklerine mal olacağını düşünen bürokratları da yanlarına alıyorlar. Musluğun başına oturduklarında da, görev zararı, örtülü, örtüsüz harcama yetkileriyle siyasetlerini finanse ediyor, hesap da vermiyorlar.
Dokunulmazlıkları var. Aklama mekanizmaları mükemmel çalışıyor. Türkiye, bu arada GSMH'sinin yüzde 83'ünü borçlanmış, kişi başına gelir 500 USD gerilemiş, gelir dağılımı her geçen sürede daha fazla bozulmuş, dünya ise almış başını gitmiş, kimin umurunda iken, bu program umursuyor. Siyaset yapma biçimi değişiyor. Yasalar devleti ekonomiden, başka bir deyişle ekonomiyi siyasetçiden koparıyor. Bütçe dışı tasarruflar önleniyor, saydamlık şart. Kazanılmayan dağıtılmayacak, dağıtılanın hesabı verilecek. Bir de Siyasi Partiler Yasası değişirse, bırakın bir daha seçilmeyi meclis'in yolunu bulamayacak siyasiler sizce bu programı uygular mı?
Gelelim finans sektörüne. Siyasetçinin icazetiyle kurulan ve yaşayan küçük bankacılık dönemi bitiyor. Rekabetle yaşayacak sağlam ve büyük bankacılık başlıyor. Bu konuma aday tek bir milli banka yok. Dağ gibi birikmiş borçların yer aldığı pasiflerini karşılayacak aktife sahip olanlar (varsa) yabancı partnerlerini arıyorlar. Diğerleri ne arıyorlar bilemem? Hemen tasfiye edilmeleri daha yararlı olacak fon bankaları da prensipte satılıyorlar. Türkiye'de hedefi reel sektöre kaynak yaratmak olan bankacılık yeni başlıyor. Devletin yüzde yüz mevduat garantisiyle trilyonları toplamaya alışmış, dış kredi borçları da garanti kapsamına alınmış, sabit kur programıyla açık pozisyonda bir lira riski(!) olmadan kamu kâğıtlarıyla para kazanan, aktifleri grup şirketlerine verilen kredilerle dolu bankaların sahipleri sizce bu programı destekler mi?
Reel sektörü ele alalım. Devletle pazarlık yaparak eksik rekabet koşulları yaratma dönemi bitiyor. Siyasetçisini bulanın Hazine garantisi ile yurtdışında iş alma dönemi kapanıyor. Adamını bulup teşvikini kapanın kredisini, teminat mektubunu aldığı kamu bankaları özelleştiriliyor. Değişecek İhale Yasası ile kalite nüansı öne çıkıyor. Hangi fiyata ne üretilirse satılabilen KİT'i, BİT'i kalmıyor.
Sınırlar daha fazla ticarete açılıyor, rekabet düzeyi yükseliyor, serbest pazar ekonomisi geliştiriliyor. Kamu borçlanması disiplin altına alınarak rant ekonomisi dizginleniyor. Dövize müdahale yok, spekülasyon yok. Sıkı para programı ile enflasyon önce kontrol ediliyor, sonra düşürülüyor. Devlet, ekonomide, rekabet kurallarını koruyacak ve rekabet olmadığı yerde regülatör görevi üstlenecek bir yere konumlanıyor. Satır aralarından çıkarabildiğimiz öngörüler bunlar.
Yıllarca kapalı ekonomi içerisinde siyasetçilerle anlaşarak özel teşvik çıkarabilecek kadar imtiyaz sağlayan, hem ihracat, hem iç piyasa zararlarını sübvansiyonlarla halka ödettirebilen çoğu verimlilikle tanışmamış, bir kısmının arazileri fabrikalarından daha değerli, aile şirketlerinin ortalama yüzde on beşinden fazlasını halka açamayan, piyasa değerleri kendinden menkul holdingler, bankalarının ve kuruluşlarının sahipliklerini kaybetme pahasına bu programı destekler mi?
İşçi ve memur kesimini ele alalım ki tüm anılan ekonomik programların en mağdurlarıdır. 18. program, verimliliği ön plana aldığından kamu sektöründe gizli işsizlik ortadan kalkıyor. Özelleştirilen KİT'lerin çoğunda tensikat yapılacağı açıktır. Tarım sektöründe ihtiyaç fazlası ve dünya fiyatlarından yüksek popülist alımlar öngörülmüyor. Geçiş dönemi için Dünya Bankası'nın destek kredileri çiftçilere kullandırılacaktır ancak, bu konuda yeterli envanterin yapıldığı da şüphelidir. Dolayısıyla yıllardır rekabetten uzak tutularak dünya pazarlarından soyut, ne üretip satacağından bihaber çiftçileri zor günler bekliyor. İşsizlik sigortasını halledememiş bir ülkede, kısa dönemde olsa işsiz kalma riski yüksek işçi, memur ve çiftçi vatandaşlarımız, sizce bu programı destekler mi?
Böyle bakılınca, Kemal Derviş'in liderliğindeki bu programın desteklenme zorluğu daha çok ortaya çıkıyor. Saydığım ve sayamadığım toplumun tüm kesimlerinden geleceği görebilenler programı destekleyeceklerdir. Diğerleri de kendilerince haklı nedenlerle bu desteği vermeyeceklerdir. Söz konusu çatışma, bir anlamda açık toplum ile kapalı toplum isteklileri arasında olacaktır. Umarım destekleyeceklerin diğerleri üzerindeki baskı gücü fazladır.