Rekabet
Sürekli dilimizde dolaşan ve son yıllarda hemen her sahada gelişmenin anahtarı olarak gösterilen sihirli kelime; rekabet. İlk bakışta herkes tarafından kolayca tarif edilebileceği zannedilen ancak, biraz düşünülünce derin anlam yüklendiği ve tanımlanmasının hiç de kolay olmadığı anlaşılan bir kavram, daha çok da bir yöntem. Doğru tanımlamaya yaklaşabilmek için, önce rekabet ortamını yaratan aktörleri irdelemek gerekir. Rekabet ortamında başlıca üç aktör vardır. Hizmet alan: tüketici, hizmet veren: üretici ve alternatif hizmet sunan: rakip.
Rekabet, yararı düzeyi ile doğru orantılı olan bir yöntemdir. Rekabetin düzeyi de, hizmet sunulan tüketiciye tanınan rol ile doğrudan ilişkilidir. Tüketici egemen ortamlarda rekabet düzeyi yükselir, üretici egemen ortamlarda ise düşer. Başka bir deyişle, tüketici ortama ne kadar egemen ise gelişme, hizmet seviyesi ve standartlar o kadar yüksek düzeydedir.
Şimdi açıklanması gereken tüketici egemenliğinin ne olduğudur ? Tüketici egemenliği, geniş anlamda, tüketicinin seçme özgürlüğüdür. Üretici egemenliği ise aksine, tüketicinin seçme özgürlüğünün kısıtlanması durumudur. Başka bir deyişle, tüketicinin seçme özgürlüğü ne kadar kısıtlanırsa, üreticinin egemenliği de o kadar artar. Buradan varılacak nokta, özgür tüketicinin üreticileri alternatif rakiplerle yarışmaya zorlayarak hizmet seviyesini yükseltecek olmasıdır. Sonuç; tüketici ne kadar özgürse, o kadar egemen ve tüketici ne kadar egemense, hizmet seviyesi başka bir deyişle, yaşam standartları o kadar yüksektir.
Şimdi cevaplanması gereken, tüketicinin her seferinde nasıl daha özgür ve egemen olacağıdır? İki önemli kriteri vardır: Birincisi, bilgilenme, ikincisi de elde etme özgürlüğüdür. Tüketicinin öncelikle kendisine sunulan hizmet alternatiflerinden haberdar olabilmesi, daha sonra da söz konusu alternatiflere ulaşabilmesi gerekir. Türk tüketicisi, birinci koşul açısından önemli ölçüde özgürdür. Dünyanın hemen her yerindeki ürün ve hizmetlerden haberdar olabilme olanağına sahiptir. Hem haberleşme, hem de seyahat özgürlüğü olan bir ülkede yaşamamız, prensip olarak bu özgürlüğe sahip olduğumuz anlamına gelir.
İkinci koşul açısından ise Türk tüketicisi tam özgür değildir. Haberdar olduğu tüm ürün ve hizmetleri elde edebilir ancak, ödemesi gereken bedel, söz konusu ürün ve hizmetlerin gerçek fiyatlarından daha yüksektir. Bu nedenle, yerli üreticiler imtiyazlıdır ve özgürlüğü kısıtlanmış olan tüketiciler tarafından yeterince rekabete zorlanmazlar. Başka bir deyişle, Türkiye pazarında yer alan üreticiler, uluslararası rekabeti iç pazarda olması gerektiği şekilde yaşamazlar. Sonuç olarak, Türkiye’ nin yaşam standartları, iç pazarlarında uluslararası rekabete zorlanan ülkelerden daha düşüktür.
Yukarıda elde etmeye çalıştığımız çıkarımları her sahaya uyarladığımızda aynı sonuçlara ulaşacağımız kesindir. Türkiye, hangi konuda uluslararası standartlara sahip olmadığını düşünüyorsa nedeni, tüketicinin/bireyin seçme özgürlüğünün yetersiz ve dolayısıyla ilgili sahaya egemen olmamasındandır.
Rekabet, buradan da anlaşılacağı gibi derin ve ne olduğundan çok nasıl olduğuna bağlı bir kavram ve yöntemdir.