Reel Sektör

Finans sektörü bir üst yapı, reel sektör ise alt yapıdır. Alt yapısı olmayan bir üst yapının yaşaması söz konusu değildir. Başka bir deyişle, finans sektörünün varlık nedeni reel sektördür.

Reel sektörün kaynak ihtiyacını karşılamak finans sektörünün temel amacıdır. Bu hizmeti verirken tasarruflara değer kazandırır, dolaylı yatırımlara aracı olur. Kaynak yaratabilme, plase edebilme, alternatif değerlendirme olanaklarına ve tabii rekabet düzeyine göre de hizmetini fiyatlandırır. Finans kuruluşları her basiretli tüccar gibi en uygun kaynağı tedarik etmeye, eşanlı olarak da en uygun satışları yapmaya çalışır. Stoklarındaki paranın maliyeti hem kendileri, hem de ileride plase edeceği reel sektör için çok yüksektir. Bu nedenle finans sektörü sürekli spekülatif ürün geliştirir ve  plase edemediği ya da etmek istemediği paraya değer kazandırmaya çalışır. Buradaki temel beklenti en azından duran paranın maliyet riskini sigorta etmektir. Devlet tahvilleri de bu beklenti ile başvurulan başlıca enstrümanlardır.

Paranın sınır aşırı kolay dolaşımı, uluslar arası boyutta enstrüman zenginliğini de beraberinde getirmiş ve para piyasalarını birbirlerine son derece duyarlı yapmıştır. Hatta “change” edilebilen başka bir deyişle piyasası olan paraların homojen bir ürün gibi algılanması ile ülkelerin finans sektörleri, reel sektörün aksine daha çabuk ve kolay entegre olmuşlardır. Bu olgunun kısa dönemde finansal kuruluşları şaşırttığı ve reel sektörden soyut bir kişilik kazandıkları yanılgısına sürüklediği gözlenmektedir. Türkiye gibi iç borçlanmaya hassas devletlerin bankaları sürekli daha yüksek nemalı tahvillere aracı olmaya zorlaması da bu yanılgıyı arttırmıştır. Bu şekilde reel sektöre yabancılaşan finans sektörleri, uzun dönemde ya da bir kriz anında önce kendilerini daha sonra da reel sektörü dar boğaza sokmuşlardır.

Unutulmaması gereken, finans sektörünün en güvenilir hatta yegane sigortasının, kendisine ihtiyaç duyarak gelişecek güçlü bir reel sektör olduğudur. Bu gerçeği daha çok ekonomideki payı yüksek, reel sektörü para programları ile manüple etmeye alışmış ülkeler ıskalarlar. Oysa, güçlü bir reel sektör kendi araçları ile terbiye edilerek yaratılır. Reel sektörün fiyatlarını düşürmek, üretimi yükseltmek kendi rekabet düzeyi ile ilgilidir. Türevler üzerinden yapılan baskılar bir süre istenilen yönde pozisyon aldırabilir ancak, kalıcı başarılar reel sektöre yönelik  girişimlere ve yapılacak reformlara bağlıdır.

Serbest pazar ekonomisi ile kalkınmayı düşleyen bir ülkenin bu sonuca planlı ekonomi alışkanlıkları ile ulaşması olası değildir. Kapitalizm bir sistemdir. Diğer sistemler gibi sokaktaki adamın çıkarlarını koruyarak ayakta durmayı hedefler. Bu hedefine varmak için haksız rekabete, yolsuzluklara, istenmeyen sosyal adaletsizliklere engel olacak kendi felsefesine uygun alt sistemler üretir. Kapitalist bir sistemin pazar yapısını, planlı ekonomilerin teşvik ve yasakları ile oluşturamazsınız. Türkiye’ nin temel sorunu önceleri ne yapmak istediğini bilmemekti, bu gün ise  nasıl yapacağını bilmemesidir.

Türkiye’ nin serbest pazar ekonomisinde kararlı olduğunu varsayalım. Bu takdirde bugün ki temel sorun bu süreci oluşturacak kadroların olmamasıdır. Bürokratların eğitimleri ve birikimleri bırakın uygulamayı, çoğunlukla yapılması gerekenleri algılamaya yeterli değildir. Ne yazık ki, Türkiye öğrenme sürecini 80’ li 90’ lı yıllarda harcamıştır. Eğer, 2001 yılında yetkin bir kadro, en azından pazar ekonomisine yönelik, önüne konan temel reformları algılayıp, uygulamaya almayı başaramaz ve bugün olduğu gibi finans sektörü üzerinden yürüte geldiği para programları ile ülke ekonomisini yönettiğini zannetmeye devam ederse; 2002, 2003 yıllarında üretim kesiminde yaşanacak ve dengelerin tamamını bozacak bir kriz kaçınılmaz olacaktır.