Özelleştirme
Ülkeler neden özelleştirme yaparlar ? Özelleştirme sürecini devam ettiren Türkiye’nin, bu sorunun cevabını verirken kafasının berrak olmadığı ortadadır.
Dünyada tam rekabet (perfect competation) koşullarının uygulandığı bir ülke yoktur. Teknik açıdan uygulanma olasılığı da yoktur. Serbest pazar ekonomisi uygulayan ülkelerin tamamı birbirlerinden az yada çok farklı anlayışlara sahip olan oligopol (imperfect) pazarlardır. Bazı pazarların diğerlerinden daha rekabetçi olmasının nedeni, ülkelerin ekonomik politikalarının ve serbestlik anlayışlarının farklı olmasıdır. Türkiye, 2003 yılı verilerine göre yaklaşık 120 pazar ekonomisi uygulayan ülke sıralamasında, serbestlik kriterleri açısından 62. sıradadır.
Bir ülke ekonomisinin serbestleşmesinin temel taşları; sınırlarının ticarete açılması(gümrük ve benzeri vergi bariyerlerinin kalkması), devletin piyasalarda üretici olarak yer almaktan vazgeçmesi(özelleştirme) ve haksız rekabetin önlenmesi (rekabet kurulu) ile tüketici egemenliği sınırlarının genişletilmesidir. Özelleştirme, buradan da anlaşılacağı gibi serbestleşmenin ideolojik hedeflerinden biridir.
Özelleştirmede amaç; devletin piyasalardan çekilmesi, araç; devletin işlettiği sınai ve ticari kuruluşların özel sektöre satılmasıdır. Serbest pazarlarda, devletin piyasalarda taraf olması, rekabet kurulu tavsiyesi olmadıkça kabul edilemez. Kaldı ki bu yönde tavsiye yapılmasına (varsa) neden olan koşullar da, kısa sürede bertaraf edilmesi gereken olumsuzluklar olarak görülür. Kısacası, özelleştirme; devletin piyasalardan çekilmesinin yöntemidir. Devletin piyasalardan çekilmesi sonucunda oluşacak rekabet ortamında, pazarların hem çalışanlar, hem de üreten ve tüketenler açısından daha verimli sonuçlara ulaşılacağına inanılır.
Dünyada özelleştirmenin gerçekleştirildiği ülkerde bazı benzerlikler olmasına karşın tam bir ortak anlayış ve uygulama gözlenmez. Bunun başlıca nedeni, özelleştirilecek kuruluşların piyasa değerlerinin oluşmasındaki görece zorluklardır. Kuruluşların piyasa değerlerinin doğru yansıtılabildiği borsalara sahip olan ülkeler için bu zorluk diğerlerine göre azalır. Türkiye gibi, yansıttığı hisse değerleri tartışılan ve firma derinliği olmayan borsalara sahip ülkelerde ise bu zorluk artar. Bu nedenle, Türkiye gibi ülkeler, kamu oyundaki tartışmaları bertaraf etmek için genellikle uluslararası (akredite) ölçümleme kuruluşlarına, özelleştirilecek kurumların piyasa değerlerini tespit ettirme yolunu benimserler. Kısacası, pazardaki konumlarına göre ya doğrudan, ya da tespit edilmiş bir asgari bedel (çıta) öngörerek uygun gördükleri zamanda ihaleye çıkarlar.
Alıcılar, özelleştirilecek kurumların yarına yönelik rekabet olanaklarını ve yatırım gereksinimlerini dikkate alarak oluşan bir piyasa değeri ararlar. Söz konusu değer ne kadar objektif ve inandırıcı ise özelleştirme bedeli o kadar gerçekçi olur. Aksi takdirde, alıcılar kendinden menkul (!) piyasa değerlerinin çok altında bedeller ileri sürerek risklerini minimize etmeye çalışırlar. Türkiye’de yaşanan ikinci durumdur.
Devlet elinde büyümüş bir kurumun piyasa değerinin; kurumun ilk yatırım bedeli, kaç kişi çalıştığı, rekabet altında gerçekleşmeyen cirosu ve karı ile doğrudan bir ilgisi yoktur. Önemli olan yeni ortamda hangi verimli sonuçlara, hangi maliyetlerle aday olduğudur. Başka bir deyişle, bilanço değerleri geçmişi, piyasa değerleri ise geleceği yansıtır. Bu konuda kafası karışık olmayan ülkeler için başarı; özelleştirmenin süratinde, Türkiye gibi kafası karışık olan ülkelerde ise kurumların kaça satıldığında aranır.
Türkiye, ne yazık ki günün koşulları doğru analiz edilerek planlanmış bir özelleştirme süreci yaşayamamıştır. Bir çok kurum konjonktürün uygun olduğu zamanlarda satılamadığından hem önemlerini, hem de rekabetten uzaklaşarak değerlerini yitirmişlerdir.
Yapılması gereken, öncelikle özelleştirmenin felsefesi üzerinde mutabakat sağlayarak kafa karışıklığını ortadan kaldırmaktır. Daha sonra da (uygun zaman, amaca dönük şartname(*), şeffaf ihale, Rekabet Kurulu onayı v.b.) gerekli şartları bir arada yerine getirerek ortaya çıkacak en iyi teklifleri, en iyi sonuçlar kabul ederek özelleştirmeleri gerçekleştirmektir.
Türkiye’de hem kamunun, hem de özel sektör kuruluşlarının piyasa değerleri tartışmalıdır. Bu durum ortaklık arayışında yabancı sermaye için de önemli bir engeldir. Ekonomik reformların yapılması yanında, İMKB’nin, sayısal olarak genişlemesi ve düşen enflasyon ortamında firma bazında değerlendirmelere daha fazla ağırlık vermesi gerekmektedir.
________________________________________________
(*) Tüpraş gibi halka açılmış puanı BB+ olan bir kurumun özelleştirilmesinde hissedarların çıkarlarını gözetmek de ÖİB’ nin başlıca görevleri arasındadır. Bu nedenle, kurumun hisse değerlerini düşürecek BB+’dan düşük puanı olan katılımcılara, gerekirse şartnamede engel konabilir.