Merkez Bankası
Yıllarca Merkez Bankası’ nın bağımsızlığının önemi üzerinde durdum ve serbest piyasa ekonomisinden söz edebilmek için Merkez Bankası’ nın bağımsızlığının temel kriterlerden biri olduğunu yazdım. Geçtiğimiz hafta faiz indirimi konusunda yaşananlar benim gibi düşünenlerin ne kadar haklı olduğunu göstermiştir.
Para yönetimi, bırakın dışarıdan ahkam kesmeyi, ekonomi alanında da ayrıca uzmanlık isteyen bir disiplindir. Merkez Bankalarının siyasi tasarruflardan arınmış olarak ödevlerini yapmaları ve uzmanlık alanlarına hakim olmaları gerekir. Kısacası, bağımsız ve işini bilen bir Merkez Bankası piyasalar için en önemli güvencedir. Hükümetin, piyasaları rahatlatmak için, Merkez Bankası’ nın bağımsızlığı üzerindeki tartışmalara son verecek geri dönülmez anlayışını, en yetkili ağızdan yeniden ortaya koyması gerekir.
Merkez Bankasının birinci önceliği enflasyondur. Yapılan faiz indirimi de enflasyon oranlarındaki düşüşün onaylanması anlamına gelmektedir. Basit anlamda fiyat artışı olarak tanımlanabilen enflasyondaki düşüşün sürdürülebilmesi için, iç talepte görülen canlılığa karşın fiyatların yükseltilmemesi gerekmektedir. Bu takdirde, hem enflasyon oranları-faiz ilişkisi reel sektöre olumlu yansıyacak, hem de sürdürülecek talep artışıyla üretimde beklenen büyüme hedeflerine yaklaşılacaktır. Enflasyonsuz büyümeyi öngöremeyenler de, enflasyonda kalıcı ve sağlıklı düşüşün artan talebe karşın olabileceğini göreceklerdir.
Merkez Bankası’nın ödevleri arasında, dalgalı kur rejimlerinde kurları beğenmeyerek döviz piyasasına müdahale etmek yoktur. Merkez Bankası’nın fiyat istikrarını sağlamak amacıyla piyasalara müdahale etmesi için döviz kurları üzerinde manuplatif davranışlar gözlemlemesi ve kur hareketlerinin yapay olması gerekir. Oysa, yaklaşık iki aydır özellikle USD kurunda yaşanan düşüş reel’ dir. Merkez Bankası’nın piyasaların ortak aklıyla reel olarak düşürdüğü bir kura müdahalesinin ne gereği, ne de yararı vardır. Başka bir deyişle, reel olarak yükselen, ya da düşen bir kuru Merkez Bankası’nın müdahalesi etkilemez. Bu nedenle, Merkez Bankası Başkanı defalarca, bu sonuçların kendileriyle ilgisi olmadığını, durumdan memnun olmayan Hükümetin kendi ekonomi politikalarını gözden geçirmeleri gerektiğini söylemiştir.
Hem Türk Lirasının güçlenmesini istemek, hem de döviz kurlarındaki düşüşü beğenmemek ? Bu da Türkiye’ nin yaşadığı ikilemdir. Türkiye, yüksek enflasyonla mücadele etmektedir. O halde, döviz kurlarıyla kavgasını başka zeminlerde yapmalıdır. Türkiye, ihracat ve turizm gelirlerini arttırmayı hedeflerken, eşanlı olarak fiyatlarıyla kar etmeyi başarmalıdır. İhracatçılar ve turizmciler için devekuşu gibi kafalarını kuma gömme zamanı çoktan geçmiştir. Bir yandan “Made in Turkey” markası yaratmayı hedefleyeceksin, diğer yandan üçüncü dünya ülkeleriyle rekabeti fiyatla yapmaya devam edeceksin. İhracatçıların ve turizmcilerin olmadık fiyatlarla aldığı siparişlerin sorumluluğu ne Merkez Bankasına, ne de ülke vatandaşlarına aittir. Bunun sorumluluğu sadece ve sadece yıllardır devaülasyonlarla ve subvansiyonlarla mal ve hizmet satmaya alışmış olan ihracatçı ve turizmcilere aittir.
Hükümetin, döviz kurlarındaki artış beklentilerine prim vermek yerine, ihracatçının ve turizm yatırımcılarının önündeki diğer engelleri kaldırmaya çalışması, dolaylı vergileri ve girdi maliyetlerini indirmesi, Eximbank kaynaklarını yükseltmesi ve zaman içerisinde yeni maliyetler yaratacak davranışlardan kaçınması gerekir. Türkiye, parası değerlenince üzülmeyecek ihracat ve turizm sektörüne sahip olmanın gereklerini ve yollarını aramalıdır.
Türkiye’nin önünde, yüksek reel faiz ve iç borç stoku yükünün olduğu gibi durduğunu kimse unutmamalıdır. Piyasalara güven getirilerek çözüm bekleyen bu sorunlar için gelinen nokta ümit vericidir. Güven ortamı ile Türk Lirası değerlenecektir. Enflasyon oranları ve faizler düşecek, borç stoku gerilerken, daha elverişli maliyetlerde sürdürülebilir borçlanma ortamı sağlanacaktır. Makroda iyimser beklentiler bunlar olduğuna göre, Türk Lirasının yabancı paralara karşı değer kazanmasının sonuçlarına herkes hazırlıklı olmalıdır. İhracatçı ve turizmcilerin devletten beklentileri kur değil, dünya standartlarında maliyet ortamı olmalıdır. Diğer yandan, kur riskini minimize edecek piyasa enstrümanlarına (vadeli işlemler gibi) yönelmeyi de öğrenmelidirler.