İnsan Kaynakları

Türkiye'nin sahip olduğu işletme kültürü insan kaynakları konusunu ele alış biçimini de etkilemiştir. Ekonominin en önemli aktörü olan insana, işletme içerisinde verilen misyon, tüketici olarak dışarıda verilen misyondan farklı olmamıştır. Ülkemizde, her iki konumda da insan özgür değildir.

Serbest pazar ekonomisinin temel kriteri, sokaktaki insana tanınan özgürlüktür. Kısacası, "sokaktaki insan kendisi için iyi olanı bilir" diyenler, dünyanın tüm nimetlerinden sokaktaki insanı haberdar ve elde edebilir kılmaktan çekinmemişlerdir. Buradaki hakim inanç; sokaktaki insan, vereceği rasyonel kararlarla ekonominin en önemli düzenleyicisi olacaktır. Herkesin kendisini sokaktaki insanlara beğendirmek, sokaktaki insanlar da her seferinde daha iyisini elde edebilmek için yarışacaklardır. Bu hedef hem kurumların, hem de insanların yaşam süreçlerine olan katkılarını arttıracak ve oluşan rekabet düzeyine paralel olarak da ülke standartları başka bir deyişle, yaşam kalitesi gelişecektir.

Yukarıdaki inançla insana yaklaşan ve bireyin özgürlüklerini her sahada daha güçlü kılmaya çalışan ülkeler, günümüzün bilgi toplumlarını yaratmışlardır. Öngörülen sistem insana en değerli kaynak vasfını verirken, sistem sayesinde kendisini geliştiren insan da en önemli yaratıcı unsur olmuştur. Bu anlayış, gelişmiş demokratik ülkelerin işletme yönetimlerine de doğal olarak hakim olmuştur. 

Modern işletme yönetiminde insan, diğer bilinen işletme kaynaklarını harekete geçiren yegane temel kaynaktır. Tüm organizasyonlar, insanların yönetime olan katkılarını bir sistem içerisinde artırmayı amaçlar. 

Günümüzün öğrenen organizasyonları, rol üstlenen insanlardan hem rollerini, hem de bütüne olan etkilerini geliştirmelerini bekler. Kısacası, organizasyonlar insanların katkılarını maksimize etmek için yapılır. Bu yaklaşımda, insanlar yönetilenler değil yönetenler olarak algılanırlar. Kendilerini geliştirmeleri de yine kendilerinden beklenir. Kurumlar, çalışanların neyi, nasıl yapacaklarını belirlemeyi değil düşündürmeyi sağlar. Hem çalışanın, hem de kurumun çıkarları aynı yöndedir. Modern işletmelerde insan kaynakları çalışmaları bütünseldir ve bir departmanla temsil edilemeyecek çabaları ifade eder. İnsan kaynakları departmanları ise operasyonları yürütmek için oluşturulur.

Türkiye gibi serbest pazar ekonomisine özürlü, "sokaktaki insan için en iyi olanı ben bilirim" diyen ülkelerin işletmelerinde, doğal olarak insan kaynakları anlayışı yukarıdakinden farklı gelişmiştir. Buradaki hakim inanç; sokaktaki insanın vereceği kararlara güvenilmez, bu nedenle ihtiyaçlar ve karşılanma düzeyleri merkezden belirlenirse daha az yanlış, daha fazla doğru yapılacaktır. Bu yaklaşımda organizasyonlar, çalışanların katkısını maksimize değil, minimize etmek için yapılır. Çünkü, insanlar yönetenler değil, yönetilenler olarak algılanır. Bırakalım doğruyu yapsınlar yerine, bırakmayalım yanlış yapmasınlar görüşü geçerlidir. Bu kültür, ülkemizde insan kaynaklarından çok personel yönetimi anlayışını geliştirmiştir.,

Yukarıdaki görüşün aksine, Türkiye'de işletmelerde insan kaynakları bütünsel değil daha çok bir departman işi olarak kabul görmüştür. Bilgi toplumu ürünü bilgi iş göreni ile değil, kol gücü iş göreni ile uğraşan, disiplin kuralları ile çalışanları yola getirmeye çalışan ve sendikalar ile anlaşmak için çabalayan anlayışa hizmet etmiştir. Davranışları sınırlandıran insanlar da, katkılarını koymaktan çekinen, liyakat ve sadakatle bir yerlere gelmeye çalışan, verilen roller dışında bütüne bakmayı beceremeyen, rekabetten korkan bireyler olmuşlardır. Kısacası, Türkiye bu yöntemle zar zor elde edebildiği sanayi toplumu* aşamasından bilgi toplumu aşamasına geçememiştir. Bugün yaptığı ise personel müdürlüğü tabelası yerine insan kaynakları müdürlüğü tabelasını asmaktır.

Rekabetten korkarak, ticari sınırlarını yurtdışı ürün ve hizmetlere uzun yıllar kapayan Türkiye, bugün sınırlarını açarken karşı karşıya olduğu yüksek rekabet düzeyinde, insan kalitesi ve kolektif davranışlarla sonuç elde edebilme yetenekleri açısından zor durumdadır.

Türkiye, çoğunlukla önemli ama değersiz insanların önemsiz gördüğü değerli insanları yönettiği bir ülkedir. İnsanı yegane güç kaynağı olarak gören ülkeler ise, değerli insanların öne çıktığı ve her insanın önemli olduğu gelişmiş ülkelerdir.

(*) Nüfusunun yüzde 40'ı halen tarım kesiminde yer alan bir topluma sanayi toplumu demek iltifat olabilir.