Gecikmeye Destek

Çok lafa gerek yok. Bir ülke kamu gelirlerini, kamu giderlerini karşılayacak düzeye getirmek, açıklarını ise borçlanarak kapamak zorundadır. Ancak, ne gelir, ne de gider amaç değildir. Amaç, bu araçları toplumun menfaatleri doğrultusunda kullanmaktır. Gideri nereye harcadığın, geliri de nasıl yarattığın önemlidir. Kısacası, devlet toplumun parasını, yine toplum için harcayan bir mekanizmadır. Bu fonksiyonu yerine getirirken verimli olmak ön koşuldur. Verimliliğin ölçüsü ise ülkenin yaşam standardının çağdaş medeniyet seviyesine olan mesafesidir. Türkiye az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler arasında yer aldığına göre, gelişmiş ülkelere oranla çağdaş medeniyet seviyesine uzak ve yaşamı verimsiz proses eden bir ülkedir.

Gelişmiş ülkelerin fark yaratan davranışlarına çeşitli örnekler verebiliriz. Ben eğitim sahasından çarpıcı bir örnek vereceğim. ABD'de yaklaşık 4 bin civarında üniversite ve yüksekokul vardır. Bu çapta bir lisans ve lisansüstü öğrenim kapasitesinin ne kadar büyük bir pazar oluğunu anlamak zor değildir. Ancak, burada söylemek istediğim ABD'deki kurum içi eğitim pazarının daha büyük olduğudur. Başka bir deyişle, şirketlerin herhangi bir düzeyde iş yaşamına atılmış bireylerin eğitimi için harcadığı para, üniversite eğitimine harcanan paradan daha fazladır. Türkiye'de yapılan bir araştırmada çalışan kesimin yıllık ortalama eğitim saatinin 1 ile 2 saat arasında olduğu tespit edilmiştir. ABD'de bu rakamın 100 saat olduğu düşünülürse, neden bilgi toplumu olamadığımız kolayca anlaşılır.

Niçin bu örneği verdim? Bizim özel ve resmi kurumlarımızın güncel bilgilerle yönetilmediğini göstermek için verdim. Kendilerini üniversite sonrasında yetiştirmeyen, sürekli değişen ekonomik anlayışlara ve piyasalara yabancılaşmış teknokratların doğru kararlar almaları olanaksızdır. Şu sıralarda televizyonlarda sıkça yayınlanan ekonomi programlarından birinde SBF'nin emekli mi, değil mi anlayamadığım kamu maliyesi hocası, vergi alınacak adres olarak öncelikle vergi vermeye alışmış kesimi gösterdi ve işadamlarının ağlamasının da pek dikkate alınacak davranışlar olmadığını söyledi. Bu hocamız da kendini yetiştirmeyen bürokratlarımızın kılavuzudur. Bir ülkenin hem uygulayıcılar, hem de danışmanları piyasalara bu kadar duyarsız ve güncel anlayışlara uzak olursa, başka bir deyişle, dünyadan bihaber köhnemiş bilgilerle olaylara yaklaşırsa, Türkiye'nin her iki yılda bir içinde düştüğü duruma başka nedenler aramaya gerek yoktur.

Şimdi giderleri inceleyelim. Kamu giderleri nerelere yapılıyor? Bir eski vali, kitabında kendisine gönderilen paralarla öngörülenin çok üstünde (40 derslik para ile 120 derslik yaptığını, sağlık ocağında ve diğerlerinde benzer yüksek rakamlarda) hizmet verdiğini yazıyor. Kısacası Ankara'da açılan her ihalede devlet, dolayısıyla millet kazıklanıyor. Sayıştay raporlarıyla açıklanamayan görev zararları, emsal devletlerle karşılaştırdığınızda midenize ağrılar girecek boyutta kamu israfı (şimdi üçte bir kısılacakmış, neden üçte ikisi değil bilinmez?), boyunduruk altına alınmış özel sektör kayırmaları, hemen her yıl yenilenen standart dışı belediye hizmetleri, köle haline getirilmiş üreticinin subvansiyonları, batırılan bankalarda hortumlananlar, v.s. saymakla bitmez kara delikler. Giderler, bu yollarla halka geri dönme oranı son derece düşük hizmeti pazarlayan siyasetin finansmanına gidiyor. Bugünkü siyaset yapma biçimi değişmedikçe giderlerin halka dönme oranını yükseltmek olanaksızdır.

Gelirleri inceleyelim. Türkiye'de vergi kazanca düşmandır. Gelişmiş ülkelerde ise vergi kazanca dosttur. Başka bir deyişle, vergi üretimde maliyet unsuru, tüketimde de alışverişi engelleyici olmamaya özen gösterir. Kazanç çoğaltılır ve bütünden oranları düşük vergilerle daha fazla gelir elde etmek amaçlanır. Kısacası, hem kazanç, hem vergi gelirleri artırılır. Türkiye'de ise yukarıdaki bilirkişi profesörün önerdiği gibi sadece kümesteki tavuklar yolunur. Emsalsiz vergi oranları ile kayıtdışı körüklenir. Kayda girenler de ödeme zorluğu yaşar. Çaresiz kalınınca çıkarılan vergi afları ile de ödeyenler cezalandırılır. Özel tüketim, lüks tüketim ve artırılan katma değer vergileri ile tüketim daraltılır. Öngörülen bir yana, bir önceki vergiler de alınamaz olur. Matematiği zayıf bir vergi sistemi ile kazanç sürekli cezalandırıldığından, vergi veren kesimi ayakta tutmak için irrasyonel kayırmalar gündeme gelir. Bu şekilde alınan da misliyle geri verilir. Ayrıca, bu davranışlarla haksız rekabet ve devlet eliyle imtiyazlı sınıf yaratılır. Vergi dışı gelirler ise son derece çağdışı rayiçlerle heba edildiğinden bahse bile değmez.

Gerçekte ise Türkiye'nin gelir potansiyeli çok yüksektir. Güncel piyasa bilgisine sahip, matematiği zayıf olmayan, kazancı özendirmeyi ön plana alan bir devlet anlayışı ile bu sağlanır. Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır özdeyişi ile vatandaşa vergi ödevini boş bulduğu her duvarda hatırlatan devletin, aynı özdeyişte kendisine yüklenen, vatandaşa kazandırma ödevini de hatırlaması gerekir. Devletin, önce vergi ile kazancın birbirlerine muhtaç, ayrılmaz bir bütün olduğunu yeniden öğrenmesi şarttır.

Sistemi inceleyelim. Gelirleri maksimize, giderleri minimize etmek sistemle, sistem de kurucusu ve uygulayıcısı olacak insanların eğitim, öğrenim ve birikim düzeyleriyle ilişkilidir. Türkiye, verimli sonuçlar alacak bir sistemi, nasıl kurulacağını ve uygulanacağını bilen kadroları olmadığı için kuramamıştır. Yılda ortalama kişi başına 1 veya 2 saat kurum içi eğitim alan bir ülkenin, aynı eğitimi 100 saat alan bir ülkenin sistemini kurabilmesi olanaksızdır. Bu ülkelerde birikimini sağlamış insanlara görev verildiğinde, kendi günübirlik palyatif çözümlerini bekleyen, usta-çırak süreci dışında eğitimi olmayan insanların muhalefeti doğaldır. Bütüne bakıldığında temel sorunları görebilen ve bu sorunların çözümü ile krizleri Türkiye'nin kaderi olmaktan çıkarmaya çalışan rasyonel beyinlerle, ülkeyi yıllardır kamu maliyesi kısıtında gören bürokrat ya da siyasilerin beyinlerinin uyuşması zordur.

Türkiye'nin sorunları gösterilenden daha ciddidir. Ancak, potansiyeli de bir o kadar yüksektir. Mali sektör tümüyle sakattır. Reel sektör dünya ile rekabetten uzaktır. Devlet yeteneksiz ve hantaldır. Her sahada transformasyon kaçınılmazdır. Ne yazık ki, geçmiş pragmatik çözümlerle aday olunacak yeni bir krize ne Türkiye'nin dayanma gücü, ne de borç talep ettiğimiz Batı dünyasının Türkiye'ye inancı kalmıştır. Çözümlerin çoğu radikal değişimlere bağlıdır. Yarattıkları krize karşın büyük bir pişkinlikle koltuklarına oturmaya devam ederek, zaman kaybediyoruz diyen hükümet üyelerine, seyirci olmak dışında "siz ne yapıyorsunuz?" diye sormak gerekir. Gerçi halk bunun hesabını kesinlikle soracaktır.

Her geçen zaman maliyettir. Ancak, doğru şeyler için beklemek, yanlış şeyleri tekrarlamaktan iyidir.