Dünyada Liderlik ve Güç İlişkisi
Giriş
Lider ya da liderlik olgusunun varlığından söz edebilmek için önce sistem içerisinde geliştirilmiş düzenli bir işbirliğinin varlığını aramak gerekir. Konumuz dünya liderliği olduğunda da, çalışmamıza tüm ülkelerin üyesi oldukları düzenli bir işbirliği sisteminin varlığını araştırarak başlamakta yarar vardır.
Dünya üzerinde sayısız işbirliği oluşumları görülmekle beraber tüm ülkeleri kapsayan tek bir düzenli işbirliği sistemi, başka bir deyişle bütünleşme yaptığımız araştırmalarda bulunamamıştır. En geniş tabanlı olanları dahi (BM gibi) üyeleri ve konuları sınırlı bütünleşmeler olarak görülmektedirler. Buna karşın dünya liderliği konuşulabilen ve amaçlandığı gözlenen bir hedef olduğuna göre, nasıl’ını cevaplayabilmek için giderek küçülen ve küreselleşen dünyamızın gerçeklerini bu yönde gözden geçirmek gerekmektedir.
Dünya üzerinde, ülkelerin ekonomik, sosyal ve/veya siyasal konularda ortak amaçlar için biraraya gelmeleri sonucu yarattıkları ve bir sistem içerisinde çalışan çok sayıda düzenli işbirlikleri vardır. Üye olmayan ülkelerin, sözkonusu sınırlı bütünleşmelerden olumsuz etkilenmeleri halinde, başka bir karşıt bütünleşme ile ya da bireysel olarak dünya denen kıt kaynaklar küresini kendi amaçları için değerlendirmek isteğiyle rekabet ettikleri açıktır. Bu gözlemlenebilen davranışlar giderek bütünleşmeler arası doğrudan veya dolaylı pazarlıkların arttığı dünyamızı, düzenli olmamakla beraber, kendi içerisinde dengeli bir işbirliği sistemi olarak algılamamıza yardımcı olmaktadır.
İşbirliği Sistemi
Dünya bu anlamda, ülkelerin gönüllü veya gönülsüz, doğrudan ya da dolaylı üyesi oldukları en geniş işbirliği sistemi ya da bütünleşme olarak varsayılabilir. Ülkelerin birbirlerinde elçilikler bulundurmalarını da işbirliği sisteminin varlığını kuvvetlendiren göstergeler olarak kabul edebiliriz.
Sözkonusu bütünleşme kendi içerisinde bazı ülkelerin biraraya gelerek kararlarını ve davranışlarını uyumlaştırmaları ihtiyacını hissetmeleri sonucunda ortaya çıkmış bir çok sınırlı işbirliği oluşumlarını içermektedir. Üyeleri için bu oluşumların kaynağı ve devamlılığı, ortak çalışmayla elde edilecek olan kazancın, bireysel çalışmalarla elde edilecek olan kazançtan yüksek olacağı inancıdır. NATO ve benzeri savunma pakt’ları, AB, NAFTA, Pasifik Antlaşması ve benzeri ekonomik ve siyasal antlaşmalar ile bunların karşıtları ve burada sayamayacağımız sayıda diğerleri aynı inançla oluşturulmuş işbirliği sistemleri ya da bütünleşmelerdir. Bu oluşumların gerekçesinin ekonomik literatürdeki ifadesi üyelerin eksik rekabet yaratma isteğidir. Bu nevi bütünleşmeler, başındanberi tekelci davranışlarla üyelerine ayrıcalıklar sağlamak için öngörülür ve giderek yarattığı oligarşi sonucu, üyesi olmayan ülkeler üzerinde etkili olmaya çalışan bir güç birliğine dönüşür. Dünyanın, etki ve tepki sonucu ortaya çıkan birçok bütünleşmenin yeraldığı ve bu oluşumların doğrudan ve dolaylı sürekli birbirleriyle pazarlık ettiği bir Güç Haritası’ na(Ek:Şekil 1) sahip olduğunu görmek zor değildir. Ülkeler için birinci kriter sözkonusu bütünleşmeler içerisinde yer almakla, almamanın çıkar farkıdır. Diğeri de bütünleşme içerisinde elde edeceği maksimum faydadır. Kısacası, tüm işbirliği oluşumlarının temeli karşılıklı bir çıkar ilişkisine dayanır ve var olduğu sürece devamlılığını korur.
Bilimsel arenada, herhangi bir sosyal, ekonomik, siyasal ve diğer zeminlerde işbirliğinden sözediliyorsa, işbirliğininin ayrılmaz unsurları olan, güç ilişkisinden, çatışmadan ve liderlikten sözedilmesi de kaçınılmazdır. İşbirliğinin olduğu yerde rol dağılımları, yönetim ve denetim vardır, bu olguların sağlanması liderlik gerektirir, liderlik güç ile doğrudan ilişkilidir, güç uygulanan yerde de çatışma vardır. Liderlik konusunu ele almadan önce, üyelerarası güç ilişkisini, güç kaynaklarını, güç kullanma yollarını ve çatışma olgusunu teorik açıdan incelemekte yarar vardır..
Güç İlişkisi
Öncelikle güc kavramını tanımlamakta yarar vardır. Güç kavramı ele alınan amaca göre çok çeşitli şekillerde tanımlanmakla birlikte en genel anlamda “ bir kişi veya grubun diğerlerinin kararlarını ve davranışlarını etkilemek ve denetlemek yeteneği” olarak ifade edilmektedir. Gücün tanımlanmasında bağımlılık yaklaşımı da sık kullanılmakta, hatta bazı yazarlar gücü bağımlılığın bir fonksiyonu olarak göstermekte ve kişi veya kurumun birbirine olan bağımlılığıyla ilişkilendirmektedir.
Buna göre, “Bir işbirliği içerisinde bir üyenin diğer üye üzerindeki gücü, üyelerin birbirlerine olan bağımlılıkları ile ilişkilidir”. Bir ilişkiden sağlanan sonuçlar alternatif ilişkilerden sağlanabileceklerden daha iyi olduğunda bağımlılık artmakta, işbirliği sağlamlaşmakta, aynı değerde alternatif ilişkilerin kurulabilme olasılığında da bağımlılık düşmekte, işbirliği zayıflamakta ve daha iyi sonuç verecek alternatif ilişkiler öngörüldüğünde de işbirliği dağılmaktadır.
Görüldüğü gibi, güçle ilgili tanımlarda genel olarak üç unsur ön plandadır. Bunlar, “etkileme, denetim ve bağımlılık” dır. Kısacası, üyelerden biri veya bir kaçının kendi hedeflerine ulaşmak için diğerlerinin davranışlarını etkileyerek değiştirmek ve denetlemek istemesiyle belirli bir düzey ve oranda bağımlılık yaratması üyeler arasındaki güç ilişkisini doğurmaktadır. Diğer gözden kaçırılmaması gereken unsur ise işbirliklerinin değişebilir, dağılabilir ve yenilerinin kurulabilir olması, başka bir deyişle amaç değil dinamik bir araç olmasıdır.
Güç Kaynakları
Üyelerin sahip oldukları gücün kaynağı çok çeşitlidir. Ekonomik kaynaklar, sahip olan üyeler tarafından diğer üyelerin davranışlarının yönlendirilmesinde, bu üyeleri istekli kılmak için kullanılan en önemli güç kaynaklarından biridir.
Diğer bir güç kaynağı ise şüphesiz yetkidir. Yetki, bir üyenin diğer üyenin davranışları üzerindeki etki etme hakkıdır. Bu hak, uluslararası antlaşmalarda örnekleri görülebilecek bağlayıcı sözleşmelerle sağlanabildiği gibi işbirliği gereği kendiliğinden de ortaya çıkmış olabilir.
Bilgi, çağımızdaki en önemli güç kaynaklarından bir diğeri belki de birincisidir. Bilgi beraberinde uzmanlığı getirir ve bir üye sahip olduğu bilgi sermayesi sonucu elde ettiği gelişmişlik farkı ile bireye sunulan hizmet seviyesinde, kısaca ulu önder Atatürk’ün ifade ettiği çağdaş medeniyet seviyesini tayin etmekte diğer üyelere oranla daha fazla belirleyici olabilir. Ülkesindeki yaşam standartlarında elde ettiği sonuçlarla diğer ülke yaşamları üzerinde yol gösterici ve özendirici olmaya başlar ve yarattığı imaj ile özdeşleştirdiği değerleri kapitalize ederek hem “ekonomik” güce ve hem de kendiliğinden ortaya çıkan bir etkileme hakkına “yetkiye” sahip olabilir. Bu göstergeler yaşlı dünyamızın geldiği 21.yüzyılda çeşitli objektif kriterler ışığında izlenebilmektedir.
Üyelerin sahip oldukları güç kaynakları, her işbirliği ortamı için, herzaman aynı oranda fonksiyonel değildir. Değişik durumlarda değişik sonuçlar verir. Aynı güç kaynağı değişik üyeler ve değişik eylemler için eşit sonuç sağlamayabilir. Bunun başlıca nedeni, bir güç kaynağının değerinin ve az bulunur olmasının duruma, üyeye ve üyenin alternatif ilişki kurma olasılıklarına göre değişecek olmasıdır. Bu da yukarıda ifade ettiğimiz gibi, kaynağa olan bağımlılığın az, yüksek ya da hiç olmasıyla sonuçlanacaktır. Kısacası, dünya sürekli değişen göreceli çıkar ilişkileri arenasıdır. Başka bir deyişle ebedi dost ve / veya ebedi düşman yoktur. Ebedi çıkarlar vardır.
Güç Kullanma Yolları
Güç kullanma yolları, genellikle güç uygulananların algılaması yönünden bölümlendirilmiştir. Toplumsal bilimlerde yazarlar çok çeşitli güç kullanma yolları olabileceğini belirtmekle beraber en önemli genelleştirebilecekleri beş bölüm(Ek: Şekil 2) üzerinde görüş birliği oluşturmuşlardır.
Ödüllendirme gücü: Bu gücün esası, üyelerden birinin davranışlarını, diğerinin istekleri doğrultusunda düzenlemesi halinde, bu üye tarafından ödüllendirileceğine dair olan inancına dayanır. Başka bir deyişle, bu gücü uygulayan üyenin, diğer üye veya üyeleri istekleri doğrultusunda davrandıkları takdirde ödüllendirileceklerine inandırması temeline dayanır. Bir üyenin diğeri üzerindeki ödüllendirme gücü, diğer üyenin değer ölçüleri oranında vereceği ödülün büyüklüğüne göre artar veya azalır.
Cezalandırma (Zorlama) Gücü: Bir üyenin davranışlarını, diğer bir üyenin istekleri doğrultusunda düzenlememesi halinde, bu üye tarafından cezalandırılacağına dair olan inancına dayanır. Bu güç, uygulayıcının arzuladığı davranışı göstermeyen üyeyi cezalandırabilme yeteneği ölçüsünde ortaya çıkar. Cezalandırma gücü ile ödüllendirme gücü arasında çok yakın bir ilişki vardır. Alışılan ödüllerin verilmemesi de ödül adayının cezalandırılması anlamına gelir. Çeşitli mali ve askeri yardımların yapılıp yapılmaması, var olan hibe programlarının iptali, kredi verilmesi, yükseltilmesi, veya azaltılması, ertelenmesi veya iptalleri, ticari ve askeri ambargoların konulması veya kaldırılması her iki güce ait yaşanan örneklerdir.
Hukuksal (Yasal) Güç: Bir üyenin, diğerinin kendisini etkilemeye ve zorlamaya hakkı olduğuna inanması ve kendisinin de istenileni yerine getirmeye yükümlü olduğunu düşünmesi durumunda yasal güç sözkonusudur. Uluslararası hukuk kurallarının bağlayıcılığı, insan hakları evrensel beyannamesi gibi imzalanmış tüm anlaşmalardan kaynaklanan güçler bu sınıfta yeralabilir. Yasal güç, yasaların desteğinde doğabildiği gibi, belirli koşulların oluşmasıyla yetki şeklinde de ortaya çıkabilir. Örneğin; herhangibir bütünleşmenin en büyük üyesi, diğer üyelerin gözünde yönetme yetkisine sahip olarak görülebilir. Üyeler, sözkonusu üyenin direktiflerine kendilerini uymaya zorunlu hissedebilirler. Tabii bu zorunluluk işbirliğinin yaratacağı ek veya daha yüksek kazançlara inançtan doğar.
Uzmanlık Gücü: Bir üyenin, diğerini belirli bir konuda uzmanlaşmış veya özel bilgi sahibi olarak görmesi durumunda kullanılabilir ve bu üyeden sahip olduğu bilgisi, deneyimi ve/veya bilgilenme olasılığı nedeniyle vazgeçemeyeceğini düşündüğü sürece devam eder. Gücün derecesi karşısındakini uzman veya bilgili olarak gören üyenin bu inancı ile doğru orantılı olarak artar. Genellikle tüm üyelerin bir uzmanlığa sahip olduğu söylenebilir, bağımlılık birinin diğerinin uzmanlığına olan ihtiyacına göre oluşur. Stratejik konulardaki teknoloji alışverişleri bu güce ait en çarpıcı örneklerdir.
Önderlik gücü: Üyelerin birlikte hareket etmenin üçüncü şahıslar üzerinde yaratacağı imaja değer verdikleri ve kendilerini güçlü üyenin bir parçası olarak görmek ve göstermek istedikleri durumlarda sözkonusudur. Önderlik gücü, etkilenen üye veya üyelerin, gücün sahibiyle özdeşleşme isteğinin sonucu olmakla beraber, bu gücü diğer güçlerden ayırmak biraz zordur. Sahip olduğu ve bağımlılık yaratan geçerli güç kaynakları sayesinde ödüllendirme gücünü kullanan üye zamanla kendini diğer üyelere o derece kabul ettirmiş olabilirki, bu üyeler güç sahibinin direktiflerini her defasında yeniden incelemek yerine, onun izinden gitmeyi tercih edebilirler ve başka üyelerin vereceği daha iyi ödülleri bile kabul etmez duruma gelebilirler. Özellikle, dil, ırk ve benzeri ortak temellere dayanan ülkeler arasında bu ilişkiyi görmek mümkündür. Türkiye’nin bölgesinde önemli demokratik ve laik tek müslüman ülke olarak, diğer Türki Cumhuriyetler üzerindeki etkisini önderlik gücünü kullanarak göstermek istediğini düşünebiliriz.
Güç kullanma yolları genellikle uygulamada birarada, birbirlerini tamamlar şekilde kullanılmaktadır. Yine toplumsal bilimlerde bunların etkilerini inceleyen yazarlardan bazıları, güç kullanma yollarını etkileri açısından cezalandırıcı ve cezalandırmayıcı yollar olarak ayırmayı daha uygun görmektedirler. Genellikle cezalandırma gücünün çatışma ortamı yaratacağının düşünülmesi diğer güç kullanma yollarından ayrılmasını uygun göstermektedir. Cezalandırma gücü uygulanması halinde, tehdit unsuru oluşturmakta ve belirgin tepkileri korku, endişe ve direniş olabilmektedir. Cezalandırma gücü, uygulamanın ve direnişin şiddetine göre sıcak çatışmaların (savaşlar) nedeni dahi olabilmektedir.
Üyelerarası Çatışma
Toplumsal bilimlerde çatışma kavramı hemen her disiplin tarafından geliştirilmiş ve incelenmiştir. Uygulama alanları öylesine değişik disiplin ve düzeylerde olmuştur ki hemen her yazar çatışma kavramına yeni ve değişik bir yorum getirmiştir. Bu nedenle literatürde genel bir çatışma tanımına rastlamaktan çok ait olduğu araştırmalarla sınırlı bir çok tanımla karşılaşmak mümkündür. Ancak, genel bir tanım yapmak gerekirse çatışma; “ iki veya daha fazla taraf arasında, en azından taraflardan birinin diğerini, kendi amaçlarına ulaşmada çabalarını olumsuz etkileyen, bozan, yok eden veya kıt kaynaklara kendisinin zararına sahip çıkan davranışlarda bulunan bir engel olarak gördüğü bir sosyal ilişkidir ”.
Tanımdan da anlaşılacağı gibi çatışma ortamının yaratılabilmesi için birinci özellik, en az iki üyenin bir ilişki içerisinde olmasıdır. İkincisi, taraflardan herbirinin kıt kaynakları değerlendirmede kendi amaçlarının olmasıdır. Üçüncüsü, üyelerin algılama düzeyidir.
Genellikle, üyeler diğerlerinin tutum ve davranışlarını, gerçek olsun ya da olmasın, kendi amaçlarına ulaşmada engelleyici olarak görürler. Bu, kıt kaynakların değerlendirilmesinde üyelerin herbirinin birbirlerinden farklı ve kendilerine özgü amaçları olmasından ileri gelir. Dördüncüsü, üyelerin amaçlarına ulaşmak için belli baskılar altında saldırgan bir tutum sergileyebilmeleridir. Beşinci ve son özellik de saldırgan davranışlar sonucu ortaya çıkan çatışmanın üyeler tarafından gözlemlenebilir olmasıdır.
Sözkonusu beş olgu incelendiğinde, çatışmanın bunların aradarda gelmesinden oluşan bir süreç olduğu ortaya çıkar. Çatışma gizli (üstü kapalı) kalabildiği gibi davranış değişiklikleri şeklinde açıkça da kendini gösterebilir. Gizli kalmış çatışmada, olumsuz etkilenen üye davranışında herhangi bir değişiklikte bulunmamıştır, bu nedenle de diğer üyelerce çatışma farkedilmemiştir. Genellikle üyelerin çatışmayı ortaya çıkaracak kadar kendilerini güçlü hissetmedikleri durumlar için geçerlidir. Sözkonusu üye veya üyeler, güç kazandıkları ya da diğerlerine olan bağımlılıklarını ortadan kaldırdıkları ileri bir tarihte çatışmayı açığa çıkaracaklardır. Bunun önlenmesi, çatışmaya neden olan unsurların değişmesi veya giderek ortadan kalkması ile mümkün olacaktır.
Çatışmaların genellikle amaç, rol ve algılama farklılıklarından doğduğu gözlenmektedir. Üyeler işbirliğinde öngörülen ortak amaca, bireysel davranmaktan daha fazla çıkar sağlayacağı inancı ile hizmet ederler. Ancak, her üyenin genel amaca ulaşılması sonucunda elde edeceğine inandığı kendi alt-amacı vardır. Çatışma bu amaçların yorumlanmasındaki farklardan ileri gelebilir.
Üyelerin rol anlayışları ve bekleyişleri başka bir deyişle, hangi üyenin hangi fonksiyonu ne ölçüde üstleneceği konusundaki mevcut veya zaman içinde oluşabilecek farklılıklar da üyeler arasında çatışma çıkmasına neden olabilmektedir.
Kurulan işbirliğinin yürüyebilmesi için, üyeler arasındaki haberleşme ilişkisi, diğer ilişkilere sürekli eşlik eder. Algılama farlılıkları da haberleşme ilişkisi ile doğrudan ilişkilidir. İşbirliğinin yürümesi, davranışlardaki düzenliliğin korunması, haberleşmenin etkinliğine bağlıdır. Elde edilen bilgilerin farklılığı ve/veya noksanlığı üyelerin gerçeği algılamalarını engelleyecektir. Sonuçta üyelerin, haberleşmedeki kopukluklar, haberlerin yanlış veya değişik yorumlanması ve niteliklerinin düşüklüğü nedeniyle gerçeği farklı algılamaları, aynı olay için değişik davranışlar göstermelerine neden olacak ve çatışma ortamı hazırlanacaktır.
Çatışma davranışları ise, yukarıda açıkladığımız şekilde gizli ya da açık olacaktır. Açığa çıkan çatışma davranışları şiddetine göre işbirliğini etkileyecek ve yürüyen işbirliğini belli bir süre için bozabileceği gibi, dağılmasına da neden olabilecektir.
Liderlik, İşbirliği ve Çatışmanın Yönetimi
Dünyada işbirliği esasına dayanan hiçbir bütünleşme eşit oranlarda paylaşılmış bir güç sermayesine ve dolayısıyla de eşit paylaşılan sonuçlara sahip değildir. Her üyenin sermayesi sahip olduğu güç ile orantılıdır ve yine her üye sahip olduğu güç ile sınırlı olarak sonuçlarından faydalanır. Bu anlamda bütünleşmeler yatay değil, dikeydir. Dikey bütünleşmeler de doğal olarak liderler tarafından yönetilir. Diğer üyeler üzerinde bağımlılık yaratan güç kaynaklarına en fazla sahip olan üye lider adayıdır. Liderlik yapması için bu yönde istekli olması da ayrıca gerekmektedir. Bütünleşmeler liderlik, güç ilişkisi ve çatışma içeren davranışlar ile gelişir. Liderlik,”öngörülen ortak hedefe ulaşmada, arzulanan düzeyde bir performansı sağlamak veya koruyabilmek için, mevcut işbirliği içerisindeki verimi yükseltmek ve çatışmaları en aza indirmek amacıyla, üyelerin davranışlarını kontrol etmek isteğiyle güç uygulamaktır” şeklinde tanımlanabilir. Kısaca, “denetim sağlamak amacıyla yetki kullanmak ve güç uygulamak” şeklinde de özetlenebilir. Sözü edilen denetim düzeyi, denetleyen üyenin isteği ve gücünden başka, denetlenen üyenin, denetime dayanabilme, katlanabilme derecesi ile, denetleme isteğinde bulunan üyeye bağımlılığının derecesine bağlıdır.
Liderlikler sahip olunan güç kaynaklarının el değiştirmesi, değerlerini kısmen ya da tamamen yitirmesi ve/veya yeni değerlerin yaratılması gibi sonuçlara bağlı olarak değişir. Söz konusu değişimin ve yükselen yeni değerlerin güç ilişkileri üzerindeki etkilerinin izlenmesi ve irdelenmesi zor değildir. Önemli olan bu gözlemleri yaparken duygusal değil rasyonel olabilmek ve davranışları akılcı kriterlere ve çağın gereklerine göre düzenleyebilmektir. Güç kaynakları göreceli ve geçerliliği geçici unsurlardır. Bu nedenle her ülke içerisinde yer aldığı bütünleşmelerin bazılarında yöneten, bazılarında yönetilen konumunda olabilir. Bu anlamda dünya üzerinde tek bir liderden ve değişmeyen liderliklerden söz etmek mümkün değildir. Liderlikler geçicidir ve paylaşılmaktadır ancak, bütüne yönelik kararlarda etkili olmaya çalışan ülkeler, bulunduğu bölge ve ortamla ilgili alınacak kararlarda etkili olmaya çalışan ülkeler olarak belirgin bir ayırım gözlenebilmektedir. Genel olarak yükselen değerlere sahip olanlar, başka bir deyişle değişime yön verenler bütüne yönelik kararlarda etkili olmayı kendilerine hak görmektedirler. Bunlar gelişmiş ülkelerdir. Az gelişmiş ülkeler ise daha çok kendileri ile doğrudan ilgili konularda ve bulundukları bölgeye ait kararlarda etkili olmaya çalışırlar. Gelişmemiş ülkeler ise genellikle alınan kararları izlerler. Sözü edilen karar süreçlerinde ya olacak ya olacak şeklinde bir davranışın etkisine de rastlanmamaktadır.
Günümüzün yükselen değerleri, her sahada bireyin egemenliği üzerinedir. Kısaca, birey egemen bir siyasal sistem “özgürlükçü demokrasi ve tüketici egemen ekonomik sistem“ serbest piyasa ekonomisi ve rekabeti koruyan, komşusuna karşın kalkınma hevesi taşımayan bir devlet misyonudur. Bu değerleri ihraç eden ülkeler, başka bir deyişle gelişmiş ülkeler bugün dünyanın liderleridir. Ulu önder Atatürk’ ün işaret ettiği çağdaş medeniyet seviyesini belirliyen ülkeler onlardır.
G7 ‘ler olarak anılan bu ülkeler kendi aralarında da, göreceli olarak bağımlılık yaratan farklı güç kaynaklarına sahip olduklarından yöneten ve yönetilen konumundadırlar. Bu nedenle aralarındaki işbirliği de kaçınılmaz bir şekilde güç ilişkisi ve çatışma olguları ile sürmektedir.
Sonuç ve Türkiye Açısından Durum
Türkiye’nin sahip olduğu güç kaynaklarını değerlendirirken duygusal davranmaması ve yükselen değerler dışında, kendinden menkul değerler ile liderlik arayışlarında bulunmaması gerekmektedir. Liderlik anlayışını vizyon, misyon ve hedef ilişkileri ile dünyadaki gelişmelere bütünleşik olarak geliştirebilen bir ülke olabilmelidir. Önemli bir ülke olma yolunun stratejik konumundan değil değerli bir ülke olmaktan geçtiğini asla sorgulamayan bir anlayışla, gelişmiş ülkelerin benimsediği çağdaş değerlere sürekli ulaşmaya çabalayarak hem bölgesinde, hem de giderek bütüne yönelik gelişmelerde söz sahibi olunabileceğini anlamalıdır. Türkiye, kıdemli bir az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülke olarak ümidini korumakla beraber, 74 yıldır sürdürdüğü politikalarla göreceli olarak geri kalmışlığının nedenlerini cesaretle irdelemelidir.
Dünya üzerindeki ülkelerin hiçbiri demokratik, sosyalist, kapitalist, totaliter veya farklı rejimleri toplum yaşamında geri kalmak için tercih etmezler ve geri kalmaya neden olacak sonuçları doğuracak davranışları bilerek sürdürmezler. Hata, bu davranışların olumsuz sonuçlarını önleyecek sigortadan yoksun olmaktır. Sigorta toplumun sağ duyusudur. Toplum yanlışı kesinlikle önler, ancak toplumun bu duyarlılığını çabuk değerlendirebilecek sistem ve mekanizmalara sahip olan ülkeler değişimi zamanında yaşayabilmektedirler.
Ülke yönetimlerinde söz sahibi olmak isteyen liderler, araçları amaç edinmeyen, toplumu ülkenin sahibi olarak gören, vatandaşına güvenen, duymak istenilenleri değil inandıklarını söyleyen, önemli değil değerli olmaya çalışan, güç kaynağını sürekli bilgi ve uzmanlığında arayan yöneticiler olmalıdır. Sahip olacağını ümit ettiğimiz sistem ve mekanizmalarla, bilgi dışındaki güç
kaynaklarına dayanan liderlik arayışlarını bertaraf edecek bir Türkiye’nin giderek gelişmişlik farkını kapatarak gelişeceği açıktır. Aksi takdirde, gelişmemişlik de yolun diğer tarafıdır.
Şekiller
Ek 1: Dünya Güç haritası ve Güç Dağılımı (Bütünleşmeler rastgele seçilmiş örneklerdir)
Ek 2: İşbirliği Sisteminde Güç, Çatışma ve İşbirliğinin Entegrasyonu
--------------------------------------------------------------------------------
(Kaynak) SİNANOĞLU, Reşat. "21 Yüzyılda Liderlik Sempozyumu" Deniz Harp Okulu, Bildiriler Kitabı; Cilt:1, Birinci basım, İstanbul Haziran 1997, sayfa 88-95.