Çin, ABD Ticaret Savaşları
ÇİN, ABD ticaret savaşlarının körüklediği Resesyona, küresel ekonominin tahammülü zayıftır. Resesyona yönelik parasal gevşeme (Quantitative Easing) ile yanlış zeminin ve yapısal sorunların büyüme olasılığı da yüksektir.
Yazımın başlığına ait görüşlerimi paylaşmadan önce 15 yıl 6 ay önce (Mayıs 2004) Dünya Gazetesindeki Köşemde yazdığım “Genç Girişimciler” başlıklı yazımı aşağıda sizlerle paylaşmak istedim:
“06 Mayıs Perşembe günü, günlük işlerimden uzak bir gün geçirdim. Ankara’ya sabah gidip akşam dönmek korktuğum gibi beni yormadı, hatta dönüşte dinlendiğimi hissettim. Güzel bir gün geçirmiş olmamın da bunda etkisi vardı.
ODTÜ Genç Girişimciler Topluluğunun düzenlediği “Çin Fırsat mı? Tehdit mi?” panelinin, ODTÜ Girişimcilik Merkezi Koordinatörü Sn. Nilüfer Arıak’ın yönettiği birinci oturumuna Sn. Nevzat Saygılıoğlu (Gümrük Müsteşarı), Sn. Ahmet Yakıcı ( Dış Ticaret Müsteşarlığı İthalat Genel Müdürü) ve Sn. Bülent Pirler (TİSK Genel Sekreteri) ile birlikte konuşmacı olarak davet edilmiştim.
Ağırlıklı olarak ODTÜ İİBF öğrencileri ile öğretim elemanlarının doldurduğu salonda, yirmişer dakikalık konuşma ve yine toplam yirmi dakikalık soru-cevap bölümünde Çin ekonomisinin fotoğrafı, Dünya Ticareti içerisindeki yeri ve Türkiye ile olan ilişkisi analiz edilmeye çalışıldı.
Oturumdan; Çin’in diğer ülkeleri tedirgin eden gayri ticari rekabet unsurlarına uzun süre sığınamayacağı ve DTÖ(1) kuralları çerçevesinde yaptırımların uygulanması yanında Çin ile ticaretin geliştirilmesi için mutabakat çıktı demek yanlış olmayacaktır.
Genç Girişimci adaylarına, Çin’in neden dünya ekonomisini tehdit edemeyeceğini anlatmaya çalıştım. Dışa açılan Çin; “değer tüketmeye ve ürün üretmeye”, ekonomik lisanla “marka tüketmeye ve fason üretmeye” adaydır. Açmak gerekirse, her Çinli kazancını marka sahibi olmak için harcamaya ve kazanmak için de marka sahiplerine taşeron olmaya adaydır.
Dünya ekonomisinde (benzetmek gerekirse) değer üretenler işverenleri, fason üretenler ise iş görenleri temsil ederler. Değer üretenlerin sipariş vermesi ve yatırım yapması için çaba sarf eden bir ülke dünya ekonomisini tehdit edemez. Çin, marka sahipleri için uzun süre konuşulan bir dostun sonunda kapıyı çalması gibidir.
Marka sahipleri için tartışmasız fırsat olan Çin’in, bugün ki yapısıyla diğer taşeron ülkelere rakip olduğu da açıktır. Burada cevabı bulunması gereken soru: Türkiye’nin kendisini nereye konumlayacağıdır ?
Türkiye, Çin’e göre yaklaşık 25 yıl önce başladığı döviz kuruna ve maliyete hassas taşeronluk serüvenini fakirleşerek sürdürecek midir ? Yoksa, katma değeri yüksek markalarla değer üreticileri arasında kendisine bir yer bulabilecek midir ?
Daha önceki yazılarımda fasonculuğun 21. yüzyılın sömürgecilik politikası olduğunu, fason üreticilerin de sömürülen tarafta yer aldığını yazmıştım. Her şeyden önce Türkiye bu konumdan çıkmak zorundadır. Kendi markalarına sahip olmak ve değer yaratmak, Türkiye’nin önündeki berrak hedef olmalıdır. Soru: Bu konuma nasıl gelineceğidir ?
Öncelikle, fason ihracatçı olmanın Türkiye’nin kaderi olmadığı üzerinde mutabakat gerekir. Türkiye, her ülke gibi değer üretmeye ve marka yaratmaya adaydır. Tüketicilerin zihinlerinde atfedilen değerleri yaratmanın kaynağı ise “değerli” ülke olmaktır.
Yine daha önceki yazılarımda yazdığım gibi Türkiye, “önemli değil, değerli ülke” olmayı hedeflemelidir. Bölgesinde stratejik önemi olmak ya da jeopolitik yapısı nedeniyle önemli olmak, sürekliliği olmayan geçmiş versiyon avantajlardır. Türkiye, bölgesinde ve dünyada sahip olduğu değerlerle önemli olmalıdır. Evrensel doğruları benimseyen, bireyin üstünlüğünü kabul eden, bilgiye ve haklarına önem veren, insan haklarına saygılı, uluslararası anlaşmaları uygulayan, rekabete açık, demokrasiye inanan, vatandaşına güvenen ve kendisini sürekli çağdaş yolda yenileyebilen bir ülke, özgün nüanslarını katacağı zenginliklerle değerli ülke olmayı başarabilir. Aksi takdirde, marka kaldıracı bulunmayan Türkiye’nin toplu değişimini sağlamadan, bir şehrin ya da birkaç firmanın ülke gerçeklerinden kendilerini soyutlayarak markalaşma hayalleri yanlış yolda zaman ve para kaybından başka bir şey değildir.
AB adaylığı Türkiye’nin çağdaş yolda toplu değişiminin ve değer yaratma isteğinin yol haritasıdır. Zaman kayıplarına ve yol kazalarına karşın doğru yolda çok mesafe almış olan Türkiye’nin, ihmal ettiği ülke kimliğine, kültürüne ve felsefesine yatırım yapması ön koşuldur.
Panel esnasında ve sonrasında sordukları sorular ve yorumlarıyla katkı sağlayan gençleri gördükçe, yakın gelecekte değer yaratan ülkeler arasına gireceğimize olan inancım artmaktadır. Hem seçtikleri konu, hem de işleyiş biçimleri açısından ODTÜ Genç Girişimciler Topluluğunu bir defa daha kutlarım.”
15 yıl önce yazdığım yazımı okuyunca, hem Türkiye’nin geldiği noktayı, hem de markaları için fason üretim yapan onlarca gelişen ülkeye siparişler verip, karşılığını yüksek fiyatlandırdığı nihai ürün bedelleriyle fazlasıyla alan ABD'nin, en çok kendi ayağına kurşun sıktığı ticaret savaşlarını neden başlattığını analiz etmekte zorlandım.
ABD gibi “açık toplum ve açık ekonominin” rekabetçi ve özgürlükçü değerlerini savunan ve piyasa demokrasisinin geliştirilmesine küresel ölçekte önderlik eden ve sahip olduğu gelişmişlik seviyesi ile sonuçlarından en fazla kazanç sağlayan bir ülkenin, yaratımına emek verdiği küresel piyasa ortamına zarar vermesinin arka plan aklı halen berrak değil. Bu nedenle, davranışsal ve görünen ekonomik veriler üzerinden (2004-2018 karşılaştırmalı)analiz yapmaya çalışacağım.
Çin, dünyanın en yüksek nüfusuna sahip ülkesi ve en hızlı büyüyen ekonomisidir. 2000’li yıllarda ortalama yılda yaklaşık yüzde 10 oranında büyüme kat etmiştir. Çin’in 2004 yılında 1.937 (milyar ABD Doları) olan GSYH, 2018 yılında 13.407 (milyar ABD Doları) olmuştur.
IMF verilerine göre 2018’de Çin, ABD’den (20.494 milyar ABD Doları) sonra dünyanın ikinci en büyük ekonomisidir. Kendisinden sonra gelen dünyanın üçüncü en büyük ekonomisinin de (Japonya 4.972 milyar ABD Doları) yaklaşık üç katıdır. Ne var ki, nüfusu 1,4 Milyarı geçen Çin’in kişi başına milli geliri ise 2018 için 9.600 ABD Dolarıdır. Yine, IMF verilerine göre ABD’nin kişi başına milli geliri ise 63.000 ABD Dolarıdır.
Kısaca, dünyanın en büyük iki ekonomisi arasındaki en önemli fark, ABD’nin G20 içerisinde kişi başına elde edilen ortalama en yüksek gelirle refah düzeyi yüksek, gelişmiş bir ülke olması, diğerinin ise G20 içerisinde kişi başına ortalama gelir ile 14. sırada yer alan, refah düzeyi düşük, gelişen bir ülke olmasıdır.
Küresel ekonomiye, devlet güdümlü özgün(!) piyasa modeliyle katılım sağlayan Çin’in hızlı ve yüksek oranlı büyümesi giderek hem kendi, hem de dünya ekonomisi için kalıcı gereksinim haline gelmiştir. Yarattığı büyüklük (yaklaşık %20/G20) nedeniyle ekonomisinin yavaşlaması, küresel ekonomiyi doğrudan veya dolaylı olumsuz etkiler olmuştur.
Çin, geçen 15 yıllık süre içerisinde ekonomik büyümesini büyük ölçüde kendisine biçilen fason üretim ve ucuz işçilik rolü (Made in China) ile sağlamıştır.
Ancak, fason üreticiler arasında elde edilecek rekabetçi bir yerin, yüksek katma değer yaratmaya yetmeyeceğini bilerek, nihai ürün geliştirmek ve Global Marka yatırımı yapmak için gereken maddi ve entelektüel sermaye seviyesini eş zamanlı yükseltmeye çalışmıştır. Kısaca, ürün üreten bir yapıdan, değer üreten bir yapılanmaya geçmek için stratejik ve planlı bir çaba içerisindedirler.
Daha önceleri, Japonya ve Güney Kore’nin başarılı sonuçlar aldığı benzer süreçlerden kendilerine özgün (devlet destekli) yöntemlerle geçmektedirler. Süreçleri, ihlal ettikleri kurallar (know how, lisans, patent vs ) varsa, DTÖ’nün güncellenen yaptırımlarına tabi olacaklarını bilerek yönetmektedirler.
Açık toplum ve açık ekonomi koşulları ile kalkınmayı tercih ettikleri için sınırlarını küresel ticarete açan her gelişen ülke gibi fason üretimle çıktıkları serüveni, katma değeri yüksek markalı son ürünler üreterek sürdürme amacını taşımaktadırlar.
Çin, birçoğuna göre şaşırtıcı bir büyüme oranı ile hemen, her alanda büyük mesafe almasına karşın, halen Çin’de ya da Çinli gibi yaşamak, Çince öğrenmek ve mekteplerinde okumak veya Çin Yuanı (Renbinmi) biriktirmek isteyen insan sayısı Marjinaldir. Yani, önemli bir ülke olmasına karşın, değerli ülke olmanın Kriterlerine henüz erişebilmiş değildir. Ama, 2018 Dünyanın en değerli ilk 10 markası arasında iki markayla (Tencent 5., Alibaba 9. sıra) yer almayı başarmışlardır.
Diğer yandan, Amerika’da ya da Amerikalı gibi yaşamak, İngilizce öğrenmek, mekteplerinde okumak veya ABD Doları biriktirmek isteyen çok sayıda insan vardır. Yani, ABD önemli bir ülke olması yanında değerli ülke olma Kriterlerine erişebilmiş ve 2018 Dünyanın en değerli ilk 10 Markasının(2) diğer sekizine (Google 1., Apple 2., Amazon 3., Microsoft., Facebook 6., Visa 7., McDonalds 8., AT&T 10. sıra) sahiptir.
Yukardaki karşılaştırmalarda, ABD ile Çin arasındaki farkın ABD lehine ne kadar yüksek olduğu görülmektedir. Hemen her alanda çoğaltılabilir benzer Kriterlerle küreselleşmenin ABD’nin sürdürülebilir liderliğine daha çok servis verdiği bilinmesine karşın, ABD’yi rahatsız eden unsurların ne kadar gerçekçi ve rasyonel olduğu tartışmalıdır.
Çin’in ilerleyen süreçte daha fazla gelişen ve büyüyen bir ekonomiye sahip olacağı açıktır. Bugün sorulması gereken soru: Çin’in gelişen ve büyüyen ekonomisi, dünya ekonomisi için tehdit mi? fırsat mıdır?
Gelişen ülke ekonomilerinin ürün ve hizmetlerine ait Global Markalar yaratarak küresel pazarlara daha etkin katılmaları tüm dünya için fırsattır. Özellikle, sahip oldukları maddi ve entelektüel birikim ile rekabet çıtasını sürekli yükseltebilecek donanımda olan gelişmiş ülkeler için daha büyük fırsattır. Kaygı verici olan, Çin ekonomisinin gelişmesi ve büyümesi değil, ABD’nin söz konusu gelişmeyi ve büyümeyi tehdit olarak algılamasıdır.
Umarız, yaklaşık 19 aydır süregelen ve başlıca yüksek gümrük vergileri ile hayata geçirilerek, tarım, hammadde, teknoloji, fikri mülkiyet hakları, enerji ve otomotiv gibi birçok sektörü küresel ölçekte olumsuz etkileyen ÇİN, ABD ticaret savaşları, yapıcı bir anlaşma ile yakın zamanda sona erdirilir.
Açık ekonomilerde uygulanan serbest pazar ekonomisinin gümrük birliği önermesi, ideolojisinin gereği olan "tüketici egemen" pazarların oluşturulması için gümrük kısıtlamaları olmadan sınırların ticarete açılmasıyla ilgilidir.
Ne yazık ki, Türkiye’de olduğu gibi birçok gelişen ülkede çok yüksek Özel Tüketim Vergileri (ÖTV) ile gümrük birliğinin tüketicilere sağlayacağı avantajlar örselenmekte ve serbest pazar ekonomisinin temel önermelerinden birinin ana fikri ortadan kalkmaktadır.
Aynı süre içerisinde, Türkiye, 2004 yılında 404,8 Milyar ABD Doları olan GSYH seviyesini, 2018’de 784 Milyar ABD Dolarına, yine 2004 yılında 5.764 ABD Doları olan kişi başına GSYH’yi de 2018’de 9.632 ABD Dolarına yükseltmiştir.
Türkiye’nin geldiği noktayı analiz ederken, yüksek döviz kuruna hassas fason ihracatçı konumundan çıkamadığını, 2018 Global Markalar(3) ilk 500 içerisinde de henüz tek bir Türk Markasının olmadığını dikkate almalıyız. Ve yerel markalı ihraç ürünlerinin de ilgili ülkelerin etnik pazar marketlerine sıkışıp kalmalarının nedenlerine(!) daha fazla ilgi duymalıyız(4).
Diğer yandan, Çin ve ABD için yukarıda karşılaştırmalı ele aldığımız değerli ülke olma Kriterlerine Türkiye’nin de ne kadar yaklaşabildiğini eş zamanlı ölçmeye çalışmalıyız.
------------------------------------------------------------------------------------
(1)Çin, Dünya ekonomik sisteminin içerisinde yer almak amacıyla 11 Kasım 2001’de DTÖ; Dünya Ticaret Örgütüne üye olmuştur.
(2) Most Valuable Global Brands Report of 2018; Methodology and Valuation by Kantar Millward Brown and WPP.
(3) Brand Finance Global 500 (Top 500 most valuable brands)
(4) Sinanoğlu, F. Reşat “Global Marka Yaratmak Üzerine Bir Çalışma” (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/491899 )