Bir Ülke Hem Taklit, Hem Marka Üretemez
Türkiye'de özellikle kapalı ekonomi döneminde ithal ikamesi politikasıyla sanayi ürünlerinin hemen tamamı taklit edilerek üretildi. Ne yazık ki, bu davranış birçok sektörün karakter yapısına işledi ve terk edilmesi zor bir alışkanlık haline geldi. Know-how, telif hakkı, patent ve benzeri royalty ödemelerinden kaçınmak prim gören bir kurnazlık oldu. Yurtdışına fason çalışmanın yanında, yurtiçine de taklit ettiği ithal ürünleri satmaya çalışan bir Türkiye yaratıldı. Uzun yıllar yeni ürün geliştirme kaygısı yaşanmadan AR-GE'siz fabrikalarla üretimler yapıldı.
Açık ekonomiye geçtiğimiz 80'li yıllardan ve özellikle Gümrük Birliği anlaşmasından itibaren de bu alışkanlığın maliyetinin ne kadar yüksek olduğu ortaya çıktı. Bu maliyetin kaynağı, öncelikle yaratıcılığa saygı duyan bir üretim kültürüne, daha sonra da marka ve yeni ürün geliştirebilecek AR-GE'ye sahip olamamaktı.
Bu kültürsüzlük bazı vakalarda Türkiye'yi taklit ettiği ürünlere sahibinin logosunu, ismini yazarak tüketiciyi kandırmaya çalışacak kadar aşağılanacak durumlara getirebildi. Yine bazı vakalarda, eser sahiplerine telif ödemeden müzik, fotoğraf, film, yazılım, haber çalacak, patent bedeli ödemeden izinsiz üretim yapabilecek kadar aşağılanacak durumlara getirebildi. Daha kötüsü, Türkiye çeşitli platformlarda düne kadar know-how ödememeyi savunacak kadar zavallı da olabildi. İmzalanan uluslararası anlaşmalarda haksız fiil olarak kabul edilen bu davranışlar Türkiye'yi yıllarca kimliksiz, markasız ve taklitçi üretici konumuna düşürdü.
Bazı sektörlerde mevcudiyetini koruyan taklitçi davranış kalıbı Türkiye'yi küçük düşürmenin ötesinde ciddi bir uluslararası ambargonun da kapısına getirdi. Bugün TOBB'un ve Rekabet Kurulu'nun en öncelikli ortak mücadelesi eser ve tasarım haklarının korunması ve taklitçi üretimin engellenmesi olmalıdır. Batı ekonomilerinde olduğu gibi kara listeye alınacak bu tarz üreticilerin piyasa kredibiliteleri ortadan kalkacak ve istenmeyen davranışlara devam etmeleri piyasa tedbirleriyle önlenecektir. Yine Adalet Bakanlığı'nın var olan caydırıcı yasaları uygulayacak ihtisas mahkemelerini çoğaltması, yargıçları eğitmesi ve bilirkişi müessesesini uzmanlaştırması eşanlı gereklerdir.
Aksi takdirde, ithal ürünleri taklit etmeye devam eden üreticiler ile eser sahiplerinin izinleri olmadan kaset çoğaltan, fotoğraf, film, müzik ve haber çalan medya var oldukça Türkiye uluslararası ticaret platformunda özlediği yerini alamayacak ve avantajlarından yararlanamayacaktır. Hatta, kara listeye alınarak, yıllarca dahil olmak için çaba sarf ettiği platformdan, birkaç kendini bilmez yüzünden dışlanacaktır.
Türkiye ithal rakipleriyle yarışabilecek markalara sahip olabilmek için önce yaratmadıklarına saygı göstererek bedellerini ödemek zorundadır. Taklit etmeye çalıştıklarının elde ettikleri sonuçlara kolay ulaşmak adına kendini kandırmak yerine, nasıl ulaşıldığını etüt etmeli ve süreçleri çalışmalıdır.
Yaratıcılığa değer veren ve bedelini ödeyen bir Türkiye değişen kültürüyle tüketici üzerinde önce marka üretebilir bir kimliğin etkisini yaratacaktır. Daha sonra sahip olacağı yeni kimlik ile kendi markalarını üretebilecektir.
Kısaca, Türkiye'nin taklitçi ve fasoncu üçüncü dünya ülkesi kültürü ve kimliği marka üretmesine engeldir.