Yargı ve Yürütme Neden Çatışır?

Rejimi demokrasi olan ülkelerde, aralarında bazı özgün farklar olmasına karşın sistemin kuvvet merkezleri “yasama, yürütme ve yargı” olarak ayrışır. Bütünün parçaları olarak birbirlerini tamamlayan ancak, yargının üstünlüğünü kabul eden bir ayrışmadır. Çünkü, yargı;  yasama organının kararlarını sahiplenen ve yürütmenin uygulama görevini güvence altına alan mekanizmadır. Başka bir deyişle, yasama ve yürütme organları kendi yaşamsal etkinlikleri için yargıyı üstün kılmak ve kabul etmek zorundadırlar. Bu nedenle, demokrasilerde hukukun üstünlüğü vazgeçilmezdir.

Hukukun üstün olması, her durumda yararlı ve çağdaş yaşama hizmet eden yasaların  yargıya rehberlik ettiği anlamına gelmez. Bu nedenle, yasalar değişirler ve değişmelidirler. Ancak, yargı her zaman mevcut yasalara göre karar verir. Yasaları uyguladığında da yürütmeyi engellemekle suçlanmamalıdır. Bu yöndeki eleştiriler özünde haklı dahi olsa sadece yargıyı yıpratır ve kuvvetler ayrımının yargıya yüklediği misyona zarar verir.

Demokrasilerde, yargı organı mensupları farklı düşüncelere dahi sahip olsalar yasaların öngördüğünün dışında kararlar alamazlar. Çünkü, yargıçlar beğenmedikleri yasaları değiştiremez ve yasayla tanınan esnekliklerin ötesinde farklı yorumlayamazlar. Kaldı ki, yargı sistemi de kendi içerisinde aynı konuyu üst mahkemelerde denetleme ve olası yanlış kararları düzeltme mekanizmalarına sahiptir.

Özelleştirme konusunda yargının, ülkenin piyasalara ilişkin ideolojisindeki değişime ayak uyduramadığı doğru bir gözlemdir. Ancak, özelleştirme dahil, kendisine başvurulduğunda, yargı doğal olarak mevcut yasaları uygulamaktadır. Ben özelleştirme konusunda her geri atılan adımı en fazla eleştiren yazarlardan biri olarak eşanlı yasaları uygulayan bir yargı sistemine sahip olmaktan da mutluyum.

Eleştirilerin muhatabı yargı değil, yasa değişikliği önerilerini zamanında vermeyen ve değişikliği gerçekleştirmeyen siyasiler olmalıdır. Türkiye’nin, özelleştirme çabaları önündeki yasal engellerin kaldırılması kanun koyucunun ödevidir. Diğer yandan, yasaların yaşama geçirilmesinin sorumluluğu da yürütmenindir.

Yaklaşık otuz yıldır özelleştirme başta olmak üzere piyasalara ilişkin kararların yargıdan dönmesi ülkeye çok büyük zararlar vermiştir, vermeye de devam etmektedir. Bu nedenle, ya öncelikle yasalar değiştirilmeli, ya da yargıdan dönecek kararlar baştan alınmamalıdır. Serbest piyasa ekonomisinin üç temel taşı olan; Özelleştirme, Gümrük Birliği ve Rekabet Kuralları konusunda uygulama kararlılığına ve pratiğine zarar veren yargı kararlarına temel olan yasaların yenilenememesi zararın da ötesinde ülkenin ayıbıdır.

Bu olgu, sadece yasalardan değil, adeta kemikleşmiş korumacı piyasa kültüründen de kaynaklanmaktadır. Sayın Başbakanın bürokratik sisteme olan sitemi son derece yerindedir. Ancak, değişimin dinamosu olarak gösterilen özel sektöründe kültüründe farklılık yoktur.

Bu sütunlarda defalarca “yerli malı, yurdun malı herkes onu kullanmalı” sloganının bir dönemin korumacı zihniyetinin ürünü olduğunu ve günümüzde anlamının kalmadığını yazdım. Sonunda terk edildi. Sloganlarla yaşayan bir ülke olduğumuz için birilerinin yenisi için çaba sarf edeceğine emindim. İlla gerekiyorsa slogan “Dünya malı yurdun malı, yurdun malı dünya malı” olsun diye de yazdım.

Hafta sonu bir gazetede yeni önerilen sloganı okudum. Habere göre yenisi: “ Türkiye’de üretilen malı kullan”. Böylece, eskisinden bir adım ileri gidilerek yabancı sermaye yatırımları kucaklanmış ancak, ithalat  dışlanmış. Başka bir deyişle, Türkiye’nin ithalat karşıtlığı henüz bitmemiş.

Şimdi soruyorum; hemen her gün ihracat artışını hayati gündem konusu yapan bir ülkenin  dünyaya “benden mal al ama satma” demesi çelişki değil mi ? Tekrar soruyorum; ihracat yaptığımız ülkeler, kendi ülkelerinde yatırım yapmayan Türk firmalarının (!) ürünlerini almayın derler ve kampanyalar yürütürlerse ne yapacaksınız ?

Yeni slogan da eskisi gibi hala acizliği yansıtan, yerli tüketiciye iyi hizmetle değil, himmetle yaslanmaya ve ürettiğini dayatmaya çalışan bir kültürün kalıntısıdır. Rekabetten korkan bir özel sektörün yanında yıllarca korumacı zihniyete hizmet etmiş bürokratın değişimde zorlanması, yasaların gerilerde kalması ve uygulamaların aksaması kadar doğal ne olabilir.