Siyaset ve Ekonomi
Siyaset ve Ekonomi, büyük resmin oluşumunda birbirini etkileyen ve biri diğerine bağımlı parçalardır. Ayrı uzmanlık alanlarının yaşamsal işbirliğini, ekonomi penceresinden ele almaya çalışacağım.
Siyaset ve Ekonomi yönetiminin ideolojik ve kuramsal bakış açısı uyumlu olmalıdır. Tam demokrasiyi hedefleyen bir siyasi yaklaşımın, ekonomik hedefi de tam rekabet olmalıdır. Her iki alanın yapı taşları tam demokrasi ve tam rekabete ulaşma hedefleri gözetilerek oluşturulmalıdır(1).
Kalkınma modeli olarak tercih edilen tam demokrasi ve tam rekabet anlayışının kuramsal alt yapısı, her iki alanda da bireyin özgürlüğü başka bir deyişle, bireylerin ve tüketicilerin egemenliği üzerine kurgulanmıştır.
Dünyada, tam demokrasi ve tam rekabet hedeflerine herhangi bir ülkenin tam olarak ulaştığını söylemek teorik olarak gerçekçi olmaz ama ulaşmak için çaba gösterenlerin hedefe yaklaştıkları ölçüde refah düzeylerini yükselttikleri gerçektir.
Siyaset ve Ekonomi yönetiminin ideolojik yaklaşımı uyumlu olmadığında ya da uygulamada ayrıştığında, düzenleyici ve denetleyici Regülasyon Kurumlarının üstleneceği Misyon hayati önemdedir.
Yukarıda sözünü ettiğimiz yapı taşları arasında yer alan özerk ve bağımsız Regülasyon Kurumları, ekonomik alanda fırsat eşitliğini ve girişim özgürlüğünü koruyacak düzenleme ve denetleme faaliyetlerini yürütürler. Entelektüel sermayelerine evrensel boyutta yatırım yaparak, kurumsal kapasitelerini yükseltir ve ekonomik sistemin yaratacağı verimin (katma değerin) sigortası olurlar.
Ekonomide yaşanan “verimsizlik tuzağı” çağımızın en önemli sorunudur. Başlıca nedeni, Beşeri Sermaye(2) kıtlığıdır ve doğrudan eğitim kalitesi ile ilgilidir. Hem katma değer yaratma beceriksizliği, hem de yaratılan ekonomik büyüklüğün gelir dağılımına adaletsiz yansıması, bir yandan sosyal sorunları büyütmekte, diğer yandan da siyaset ve ekonomi yönetiminin uyumlu çabalarını zorlayarak bedeli daha ağır kısa yol arayışlarına yol açmaktadır.
İdeolojik arka planı ne olursa olsun bugüne kadar uygulanmaya çalışılan ekonomik tercihlerin hiçbiri, kusursuz büyük resmin yol haritasını gösteren bir zemin oluşturamamıştır. Daha doğrusu, en önemli öğesi insan olan sosyal bilimlerin çoklu ve karmaşık yapısından kusursuz bir büyük resim tasarımı çıkarılamamıştır.
Günümüze kadar sahaya inebilmiş ve Literatürde karşılık bulmuş başlıca iki tür ekonomik sistem vardır. Birincisi; üretim ve hizmetlerin devletin güdümünde belirlendiği üretici egemen Planlı Ekonomi, diğeri de üretim ve hizmetlerin piyasanın güdümünde belirlendiği tüketici egemen Piyasa Ekonomisidir.
Tüm ekonomik faaliyetlerin devlete devredilmesi (komünizm) ya da özel sektöre devredilmesi (kapitalizm) arasında Pragmatik bir arayışla ortaya çıkan farklı melez yapılanmalar; kalkınma düzeyi düşük ülkelerde devletin payının arttığı, gelişmiş ülkelerde ise en aza indiği ama her durumda uygulayıcılarının çoğunlukla piyasa ekonomisi olduğunu ileri sürdükleri uygulamalardır.
Dünyada, ülkelerin liberalleşme eğilimleri ve demokrasi seviyelerine göre farklılaşan piyasa ekonomisi uygulamalarına başvurmaları, tam demokrasi ve tam rekabetin bir arada var edilme idealinin kitaplardan sahaya indirilemediğini de göstermektedir.
Yukarıda sözünü ettiğimiz kısa yol arayışları, genellikle verimsiz sonuçları iyileştirmek maksadıyla devletin piyasa ekonomisine müdahale etmesiyle ortaya çıkmakta ve müdahalenin boyutu oranında sorunların ağırlaştığı gözlenmektedir.
Bazı durumlarda, müdahalelerden vaz geçilerek yeniden piyasa ekonomisinin patikasına girilmekte, bazı durumlarda da ağırlaşan sorunlar piyasa ekonomisinin ana fikrine (Kapitalizme) fatura edilerek, devlet müdahaleleri daha da arttırılmaktadır.
Ekonominin babası olarak anılan Adam Smith, arz ve talebin oluşturduğu serbest piyasa mekanizmasının temellerinin atılmasında etkili olmuştur. Kuramsal önermeleri birçok değerli ekonomist tarafından ilerleyen zamanlarda referans alınmış ve daha ileri seviyelere taşınmıştır. Serbest ticaretteki genişleme de hiç şüphesiz Adam Smith’in hayallerinin ötesine geçmiştir(3).
Çoğu insan kendi tezlerini desteklemek için Adam Smith’ den alıntı yaparken daha çok tek bir temel düşüncesine “insanların kendi çıkarlarının peşinde koşmasının toplumun tamamı için en büyük faydayı yaratacağına” odaklanırlar. Kuramın özünü ve karmaşık yapısallarını deşifre etmeden, tek bir cümleden hareket ederek, kapitalizme çıkar peşinde koşulan vahşi bir sistem yakıştırmasını yaparlar(4).
Ne yazık ki, gelişen ülkelerde daha çok gözlenen ve giderek artan müdahaleci arayışlar, ekonominin rekabetçi yapısıyla kısıtlı kalmıyor ve doğrudan ya da dolaylı demokrasinin temel kurgusu olan bireysel özgürlükleri de olumsuz etkileyen boyutlara ulaşabiliyor.
Teknolojide ve zenginlikte alınan mesafeye karşın artan nüfus; olumsuz iklim koşulları; büyüyen gelir dağılımı adaletsizliği; paylaşılamayan kaynaklar; orantısız büyüyen finansal sermaye; yerel sorunların, krizlerin ve savaşların hız kazanan küresel akışkanlığı; giderek dünyayı daha mutsuz ve güvensiz yapmıştır.
Ne var ki, söz konusu tüm gelişmeler ülkeleri küresel ölçekte daha rekabetçi olmaya, daha yüksek katma değer yaratmaya başka bir deyişle, nitelikli ve verimli büyümeye de zorlar olmuştur.
Günümüzde, nitelikli ve verimli büyümek için sermaye yaratmanın ve yatırımcıları özendirmenin en iyi yolu iyi uygulanan bir piyasa ekonomisine sahip olmaktır. İyi uygulamanın karşılığı ise siyaset ve ekonomi yönetimlerinin tam demokrasi ve tam rekabeti(5) hedefleyen bir sistem içerisinde, yetkin çaba göstermeleri ile doğrudan ilişkilidir.
Yatırımcılar için başat güven unsuru; ekonominin doğasında var olan sorunların çözümü için piyasa ekonomisi koşullarından ayrılmadan çare aranması ve alınacak olası kararlara ait referansların şeffaf ve öngörülebilir olmasıdır.
Başka bir deyişle, yatırımcılar için sorunun ne olduğundan çok nasıl çözüleceği (iyileştirme ve yenileştirme) önemlidir. Objektif ve doğru tanımlanabilen her sorunun, doğru kurgulanmış ve doğru çalışan piyasa koşulları içerisinde çözülebileceği inancı yaygındır.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1) 20. Yüzyılın ilk yarısının en büyük ekonomisti şüphesiz J.M. Keynes’tir. Söz konusu unvan yüzyılın ikinci yarısı için F. Hayek’e verilir. Hayek, açık ve serbest piyasaları sadece ekonomik faaliyetleri örgütlemenin en etkin yolu olarak değil, kişisel özgürlüğü de güvence altına almanın bir yolu olarak görmüştür. Daha sonraları açık ekonomi ve açık toplum kavramları birlikte anılır olmuştur. (Kaynak: Thornton, Phil “Büyük Ekonomistler; Düşünceleriyle Yaşam Tarzımızı Değiştiren On Ekonomist”, Harvard Business School Publishing Corporation, Harvard Business School PRESS ile yapılan sözleşmeye uygun olarak yayımlanmıştır. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Basım Ekim 2017; İstanbul; Sayfa: 115)
(2)Beşeri Sermaye, Entelektüel Sermayenin insan temelli kaynağıdır.
(3 ve 4) Smith, Adam “Milletlerin Zenginliği” İş Kültür Yayınları, XI. Basım 2006; Aktaran a.g.e.
(5) Regülasyonlarla güvence altına alınan adil rekabet koşulları, iyilerin kötüleri ayıklamasını sağlar. Faaliyetlerini yürütmekte zorlanan ve kaynak yaratamayan şirketlerin darboğaza girmeden pazarı terk etmesi ya da yetenekli bir ortak bulması beklenendir. Yönetim anlayışları ve kapasiteleri değişmeyenlere verilen her destek (kurtarma, kollama veya teşvik gibi) sorunları daha fazla büyütür.