Piyasa Demokrasisi ve Pazar Ekonomisi

Piyasa Demokrasisi, pazar ekonomilerinin ideolojisidir. Pazar Ekonomilerinde hedeflenen “Kayıtsız Şartsız Tüketici Egemenliği” söz konusu ideolojinin ifadesidir. Pazar Ekonomileri, tüketici ihtiyaçlarını merkezden belirlemeyi kendisine iş edinen Planlı Ekonomilerin yarattığı Üretici Egemen piyasalardan, ideolojik temelde kalın çizgilerle ayrışır. Ne var ki, bütün kalın çizgiler günümüzde sorgulanması gereken davranışlarla incelmekte ve giderek kavramlar sulandırılarak özünden uzaklaşılmaktadır.

Pazar Ekonomilerinin özü olan Tüketici Egemenliğini sağlayacak temel adımlar bellidir. Bir arada ve eşanlı var edilmesi gereken adımların arka planında yer alan ana fikir ise, tüketicilerin kendileri için en iyi olanı seçebileceği ve ihtiyaçlarını belirleyebileceği inancıdır. Bu nedenle, sözü edilen Piyasa Demokrasisinin sacayakları olarak kabul edilen temel adımlar, tüketicilerin fırsat eşitliği içerisinde özgürce karar verip, uygulayabilecekleri alış veriş ortamlarının yaratılmasına ve küresel ölçekte genişletilmesine yöneliktir.

Üç ayrı temel taş üzerinde eşanlı yükselerek Tüketici Egemenliği hedefine ulaşan Piyasa Demokrasisinin kurgulanma amacı, yaratılacak rekabetçi pazar ekonomisinin toplum refahını yükseltecek olmasıdır.

Üç temel adım; Açık Ekonomi (Araç: Gümrük Birliği), Devletin Piyasalarda Yer Almaması (Araç; Serbestleştirme ve Özelleştirme), Haksız Rekabetin Önlenmesi (Araç; Rekabet Kurumu, Özerk Kurumlar ve Regülasyonlar)dır.

Açık Ekonomi, basit anlamda sınırların ticarete açılması ve ithalat özgürlüğü olarak anlaşılabilir ancak, sözü edilen özgürlüğün nasıl ve hangi koşullarda sağlandığına göre anlam kazanır. Açık Ekonominin, Tüketici Egemenliği ile ilişkilendirilebilmesi için tüketicilerin diğer ülkelerde var edilen mal ve hizmetlere, nitelik, nicelik, zaman ve maliyet açısından, var edildiği ülke vatandaşları ile aynı koşullarda erişebilmesi gerekir. Gümrük Birliği, tam olarak bu maksatla ülkeler arasındaki ticarette farklılıkları ortadan kaldırmak ve tüketicileri ülke ayırımı yapmadan aynı koşullarda ürün ve hizmetlerle buluşturmak için düzenlenir. Gümrük Birliği sayesinde, tüketiciler ülke ayırımı yapmadan kendileri için en iyi olan seçeneğe sahip olma sınırlarını genişletebilecek ve yerli üreticileri de daha iyi ürün ve hizmetleri üretmek için zorlayabilecektir. Sistem sulandırılmadan işletilebilirse, ülkenin refah düzeyi ve rekabet çıtası da giderek yükselecektir.

Devletin piyasalarda yer almaması başka bir deyişle, sanayici ve tüccar olmaması ise diğer önemli temel adımdır. Mevcut devlet işletmelerini özel sektöre devretmekten daha önemlisi tekel piyasaların serbestleştirilerek rekabete açılması ve bu sayede rekabet düzeyinin geliştirilmesidir. Bu nedenle, özelleştirme bir satış ve gelir elde etme süreci olmaktan çok devletin piyasalardan tasfiye süreci olarak anlaşılmalı ve satış sonrası devlet yerine özel sektör tekelleri yaratmamak için serbestleşmenin önemi doğru kavranmalıdır. Kısaca, söz konusu adım Devletin özelleştirme ile bir defaya mahsus gelir elde ederek piyasadan çekilmesi için değil, devlet işletmesinin faaliyet gösterdiği pazara özel sektörün yatırım yapmasına olanak verecek rekabetçi ortamın yaratılması için atılmaktadır.

Olmazsa, olmaz üçüncü temel adım ise, amaçlanan rekabetçi pazar ortamını zedeleyecek ve eksik rekabet koşulları yaratmak suretiyle haksız kazanç arayacak davranışlara meydan vermemek ve önlemektir. Devlet, piyasa ekonomilerinde oluşturacağı özerk kurumlar ile rekabet ortamını koruyacağı yeni bir rol üstlenecektir. Ancak, rolünü üstlenirken kurumların özerk olmasını sağlayarak, sistemi kendisinden de koruyacaktır. Rekabet Kurumu ile özellikli piyasalar için oluşturulan başlıca Piyasa Düzenleyici (Regülasyon) Kurumlar, tüketiciyi haksız rekabetten korumak ve girişim serbestliğini canlı tutmak için yasalarla özerkliği korunan kuruluşlar olarak organize olacak ve çalışacaklardır.

Girişim ve tüketim özgürlüğü olarak da tanımlanabilecek anlayışı piyasalarda egemen kılmak için yukarıda açıklanan her üç adımın içeriklerinin nasıl doldurulduklarının önemi büyüktür.

Türkiye’nin, IMF güdümlü 24 Ocak 1980 kararlarından itibaren günümüze kadar süren ve 01 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa Gümrük Birliği Anlaşması ile ileri boyut kazanan, planlı ekonomiden pazar ekonomisine geçiş serüveninin sağladığı yararlar yanında, sağlayamadıklarının nedenlerini, yukarıdaki adımları ele alarak kabaca görmeye çalışalım.

Mikro alanda sigorta edilemeyen makro ekonomik başarılar geçicidir. Mikro ekonomide güçlü mal ve hizmet üretimi ile global pazarlarda etkili olabilecek Markaları olmayan ülkeler ithalatla büyürler ve katma değeri yüksek ihracat yapamadıkları için cari açık verirler. Enerji ihtiyacının karşılanmasında dışa bağımlılık düzeyi dikkate alınırsa, Türkiye için yüksek oranlı bir cari açığın kaçınılmaz olacağı da kolayca görülür.

Türkiye, kendi dışında oluşan nedenlerle sağladığı geçici makro iyileşmelerle düzelen makro dengeleri, yine kendi dışında oluşan nedenlerle bozulduğunda genellikle aynı tekerlemeyi kurar; makro ekonomide büyürken, mikro ekonominin ihtiyacı olan temel reformları yapmayı ihmal ettik.

İhmal kelimesi bilinenler yapılmadığında kullanılır. Makro ekonomiyi yönetenlere mikroda ihmal ettiğiniz reformlar ne idi diye sorulsa, sorunun ihmalden değil bilgi eksikliğinden kaynaklandığı kolayca anlaşılacaktır. Ne olduğu bilinmeyen reformlar için verecekleri cevaplar, genellikle piyasa demokrasisine aykırı olan teşviklerden ve desteklerden ibarettir.

Gerçek reformlar ise yukarıda açıklanan üç temel adımın doğru içeriklerle hayata geçirilmesi ve olgunlaştırılmasıdır. Türkiye, ne yazık ki ne dün, ne de bugün mikro ekonominin gelişeceği tüketici egemen pazar ekonomisini başka bir deyişle, piyasa demokrasisini geliştirmek için gerekli adımları yeterli ölçüde ve içerikte atamamıştır.

Çoğaltılabilecek birçok örnekten bir kaçını sıraladığımızda iş’in özüne olan uzaklığın uygulamalardan çok zihinlerde olduğu görülecektir. Birinci adım olarak, Açık Ekonomi için şart olan Gümrük Birliğinin felsefesi yok sayılmış ve giderek artan inanılmaz orandaki Özel Tüketim Vergileri (ÖTV) ile anlaşma gereği yurt dışındaki satıcının ithalatçısına uygulanamayan gümrük vergilerinden fazlası, ÖTV adı altında tüketicilerden alınmaya başlanmıştır. Açık Ekonominin tüketicilere vaat ettiği, diğer ülkelerde üretilen mal ve hizmetlere eşit koşullarda sahip olma ilkesi ÖTV uygulanan sektörlerde ortadan kalkmıştır. ÖTV uygulamasında ayrıcalık tanınmadığı için yerli üreticilerin yurt dışındaki rakiplerine karşı bir avantaj sağlamamaları ise sistemin tesellisidir. Dolayısıyla, kendinden menkul lüks tüketim esnasında uygulanan ÖTV ile üretici egemenliği beklenenin ve istenilenin aksine tüketiciye değil devlete devredilmektedir.

Pazar ekonomisinin özünü oluşturan rekabetçi anlayışın gereği, sınırların ticarete açılması ve bu sayede yerli tüketicilerin koşulsuz rakip ürün ve hizmetlere ulaşması ile piyasalarda sonuç alınması sekteye uğradığı için, çare olarak terk edilen planlı ekonomi araçlarına başvurulmaktadır.  Piyasa ekonomisi tabelası altında planlı ekonomi yaklaşımı sergilenerek sektör gözetilmesi ve teşviklerle çare aranması da rekabetçi piyasa sisteminin başarısının önündeki bir diğer iyi niyetli engeldir.

İkinci adım olan, özelleştirmeler ile devletin piyasalardan çekilmesi ise eksik yasalar ya da yanlış uygulamalar nedeniyle uzun yıllar geciktirilmiştir. Diğer yandan, yapılabilenler de çoğu kez serbestleştirilmenin öncesinde gerçekleşmiş ve özel sektöre açılan piyasalarda beklenen rekabetçi büyüme, öngörülen süratte ve seviyede sağlanamamıştır.

Üçüncü vazgeçilmez adım olan özerk kurumların etkinliği ise ne yazık ki, zaman, zaman sorgulanmakta ve inandırıcılıkları da tartışılır olabilmektedir. Özellikle doğrudan yabancı yatırımlar için piyasa koşullarının değiştirilmesinin hükümetlerin iki dudağının arasında olmaması ve olası muvazaaların uluslararası tahkim yasalarıyla çözüme kavuşturulması, aranan başat unsurlardır.

Siyasi erk’in doğrudan ya da dolaylı piyasa yapıcı eğilimlerinden ve davranışlarından piyasaları koruyabilecek, başta Merkez Bankası olmak üzere bağımsızlıkları yasalarla korunan özerk kurumların varlığı ve piyasalar üzerindeki yetkinliği, pazar ekonomilerinin işlerliği için son derece önemlidir. Bu nedenle, reel sektör ve türev alanları için Rekabet Kurumu ile diğer özerk piyasa düzenleyici ve denetleyici kurumların, kuruluş amaçlarına uygun nitelikte örgütlenmeleri, bağımsız yönetilmeleri ve uyumlu davranışlar sergilemeleri, piyasa demokrasisinin teminatıdır. Başka bir deyişle, siyasi erk’in piyasalar üzerinde aykırı davranışlar sergileyerek sistemi rayından çıkarmasının önündeki engellerdir.

Pazar ekonomilerinin olmazsa, olmaz temel taşlarından bir olan Rekabet Kurumu'nun uygulayıcısı olduğu "Rekabet Yasası" 1994 yılında kabul edilerek, ABD' den 104, AB'den ise 36 yıl sonra yürürlüğe girmiştir. Buna karşın, mevcut seviyelerin gerisinde kalarak yasalaştığı ve açılış kriterleri halen yerine getirilmediği için Avrupa Birliği açısından bir engel olmadığı halde, Ankara Rekabet Politikası açılmayan fasıllardan biridir. Yerine getirilmeyen kriterlerin başında, devlet kaynaklarından doğrudan ya da dolaylı belirli teşebbüslere ya da belirli mal veya hizmetlerin üretim ve satışlarına avantaj sağlayarak rekabeti bozan veya bozma tehlikesi yaratan yardım ve teşviklerin henüz yasaklanmamış olması gelmektedir.

2004 yılından itibaren Columbia Üniversitesi tarafından her yıl çıkarılan, 148 ülkeyi kapsayan ve 12 ayrı kategorik gösterge piyasasında değerlendirilen Küresel Rekabet Endeksine göre hazırlanan Küresel Rekabet Raporunda, Türkiye'nin 44. sırada yer bulabilmesi boşuna değildir. Türkiye'nin devlet yardımları gibi planlı ekonomi araçlarına prim vermek yerine AB standartlarında rekabetçi yaklaşıma ve ölçeğe iltifat etmesi ve rekabet kurallarının kamu kurum ve tasarruflarına da tavizsiz uygulanması, toplumsal refahın yükselmesi ve mikro ekonominin gelişmesinin başlıca reçetesi olacaktır.

Kısaca, piyasaların da sosyal yaşam gibi demokrasiye ihtiyacı vardır ve her iki alanda demokrasinin var olabilmesi ve bekleneni verebilmesi için kendi alanlarındaki kuvvetler ayrılığının temsilcileri olan bağımsız kurumların, amaçlarına uygun nitelikte kurgulanmaları ve uygulamalarıyla da amaçlarına servis vermeleri gerekir.