İşletmelerin Değişen Amaçları

Türkiye’nin tenkit etmeye alıştığımız gecikmeli uygulamaları ilk defa işine yaradı ve global türev pazarına entegre olmakta gecikmesi, Global Finans Krizinin etkilerinin minimize edilmesinde önemli rol oynadı. Sermaye Piyasası Kurulunun, dünyanın kaçmak için çare aradığı, yeni düzenlemelerle riskin devredilmesini ve sahipsiz kalmasını önlemeye çalıştığı sahalara hiç girmemesi ya da regülasyonları beklemesinde yarar vardır.

Uzun süredir reel sermayeye dönüşmekte nazlanan finansal sermayenin piyasalardan zenginleşme sürecinde elde ettiği kısa vadeli yüksek kazançlar, aksine reel sermayeyi sistemin dışına çekmeye başladı. Başka bir deyişle, reel sektörde oyunun kuralları değişti ve finansal sermayenin de reel sermayeye dönüşümü, işletmelerin değişen amaçları nedeniyle kalıcı olmamaya başladı.

Finansal sermayenin oyun sahası olan ve neredeyse sınırsız kaldıraçlı ürünlerin yer aldığı “diğer ekonomi”de elde edilen kısa vadeli kazançlar, sonunda reel sektörün amaç sistemini bozdu. Global finans krizinin yaratılmasında günah keçisi yapılan CEO’ların, önlerine konulan havuçlarla (opsiyonlu hisse senetleri) hissedarlarla aynı çıkar amacını paylaşması, Türkiye’de de kendini göstermeye başladı.

Fon Şirketlerinin girişim veya risk sermayesi ile hisse karşılığında şirketlerin sermaye ihtiyacını karşılaması ve başarılı bir sürecin sonunda değeri artan hisseleri yeniden şirket sahiplerine geri satması, zamanla terk edilen bir başlangıç oldu. Fon’lar giderek şirketlerin %100 ünü almaya ve yeniden daha yüksek fiyatlarla Stratejik Alıcılara ya da diğer Fon Şirketlerine satmaya yöneldi. Girişim sermayesinin fırsat maliyeti, diğer ekonomide elde edilen kısa vadeli yüksek kazançlar olunca, organik büyüme süreçlerinin yerini saldırgan modeller aldı ve reel sektörün alışılmış hemen tüm dinamikleri değişime uğradı. Şirket değerinin yükseltilmesi, sadece satılması öngörülen şirketlerin proje hedefi olmaktan çıkarak, reel sektörün yeni nesil şirket politikası haline dönüştü. Bundan böyle, şirketini kısa sürede satmayı planlayan bir zincir marketin her gün bir mağaza açmak ya da açamadığında rakiplerini satın almak hedefi, değişen amaç sistemi içerisinde fantezi değildir. Rakiplerinin de şirketlerini satmak fikrine sahip olmadıkları için daha yavaş hareket etmek lüksleri yoktur.

Şirket satın alma fiyatları için akıl almaz yakıştırması, ödenecek bedellerin şirketlerin yılsonu kar’ları ile ilişkilendirilmesinden ileri gelmektedir. Oysa şirketlerin satın alma fiyatları, Fon aldığında yeniden daha yüksek fiyatlara satılabilme potansiyeliyle, Stratejik Alıcı aldığında ise büyüyen şirketinin piyasa değerine olan olumlu etkisiyle ilişkilendirilmelidir. Her şirket alımı, satın alan için daha yüksek satış değerlerine kısa sürede ulaşmak amacıyla yapılır. Yılsonunda elde edilecek kar’lar, ödenen sermayenin maliyetinin ve olası çarpanla birlikte ortaya çıkacak şirket değerinin hesaplanması için önemlidir. Kısacası, yılsonu kar’ı (EBITDA) günümüzde sonuç değil, daha büyük bir amacın aracı olmuştur.

Türkiye’deki işletmeler de gelişmiş pazarlarda olduğu gibi, yeni yüzyıla gecikmeli de olsa iki yerine üç sacayak üstüne oturan amaç sistemi ile girmişlerdir: (Dönem Kar'ı, Pazar Payı ve Şirket Piyasa Değerini En Çoklama). Yılsonunda elde edilen sonuç “şirket piyasa değeri” olarak “kar” ile yer değiştirmiştir. Gelişmiş pazarlarda “şirket piyasa değerinin” stratejik hedef haline getirilmesinin, şirketlerin pazara bakışı ve davranış kalıpları üzerindeki etkisi büyük olmuştur. Türkiye’de başlangıçta büyük ölçekli şirketlere özgün bir davranış modeli olarak algılanan şirket satın alma ve birleşmeleri, önümüzdeki dönemde giderek daha küçük ölçekli şirketlere yaygınlaşacak ve beraberinde getirdiği ithal davranış modeli, reel sektörün rekabet etme ve büyüme kültürünü değiştirecektir.