İhracatçı İle Türkiye Ne Zaman Birlikte Kazanacaklar?
Bugünlerde herkes ihracata dayalı büyüme modelini konuşuyor. Özellikle makro iktisatçılar ihracatı standart bir olgu olarak algılıyorlar ve yeni keşfedilmiş bir hedef gibi gösterip, ihracatçıların kur eleştirilerine arka çıkıyorlar. Bütün ülkelerin uluslararası pazarlarda mal ve hizmetlerini pazarlaması ve ihracat gelirleriyle büyümeleri öncelikli hedefleridir. Ancak, gelişmiş ülkelerin ihracatları ile gelişmekte olan ülkelerin ihracatları aynı sonucu doğurmamaktadır. Nihai tüketiciye malını ihraç edenler gelişmiş ülkelerdir. Bu avantajlarını, sahip oldukları markalar sayesinde elde ederler. Pazar fiyatlarını ve kalite standartlarını belirlerler. Gelişmekte olan ülkeler ise bu prosesin fason üreticileri olarak marka sahiplerine ürün üretmek için yarışırlar.
Kısacası, gelişmekte olan ülkelerin ihracatları, gelişmiş ülkelerin ihracatlarının katma değeri düşük girdileridir. Gelişmiş ülkeler her yıl ülke sınırları dışında yeni alternatif üreticiler yaratırlar. Bu sayede hem satın alma fiyatlarını düşürürler hem de mal temin etme riskini ortadan kaldırırlar. Diğer yandan, ürün normlarını ve kalite standartlarını da belirlediklerinden teknolojilerini de satarlar. Sonuçta, çareyi sürekli işçilik maliyetlerini düşürmekte arayan, pazarda fiyat kırarak tutunmaya çalışan, kurdukları fabrikalarla övünme yanlışına düşmüş, her yeni ürüne yatırım yapmaya aday fason üreticiler ağına sahip olurlar.
Alacakları siparişler için marka sahiplerinin ağızlarına bakan fason ihracatçılar, diğer üçüncü dünya ülkeleriyle rekabet etmek durumundadırlar. Bu nedenle de fiyata çok bağımlıdırlar. Türkiye'nin de içerisinde yer aldığı fason ihracat yapan ülkeler bugün olduğu gibi paraları değerlenince üzülürler.
Oysa, uluslararası pazarların kazanç paylaşımına bakıldığında, payları en yüksek olan ülkeler parası değerli olan gelişmiş ülkelerdir. Pastadaki payı düşük olan ülkeler ise parası değerlenince dış satımda zarar eden gelişmekte olan ülkelerdir. Kısacası, ihracata dayalı büyüme modelini dile getiren makrocuların ne yapıldığı kadar, nasıl yapıldığı ile de ilgilenmeleri gerekir.
Türkiye, yıllarca vergi iadeleri ile desteklediği ve her seferinde devalüasyonlarla rekabet üstünlüğü aradığı fason ihracat modeliyle sattıkça zarar etmiş ve etmektedir. Turizm sektörü de benzer bir maliyetle ülkeye dövizi zarar ederek getirmektedir. Bugüne kadar uygulanan sözde korumacı politikalarla Türkiye bu sarmalın içine düşmüştür. Israrla sorunu tespit etmekten kaçındığı için, kısa dönemde çıkma şansına da sahip değildir. Birçok önde gelen üreticinin satışları içerisindeki ihracat oranları, gelirleri içerisindeki ihracat oranlarından yüksektir. Başka bir deyişle, aradaki farkı doğrudan ya da dolaylı Türk tüketicisine ödeterek kapatırlar.
Türkiye'nin ülke kimliği ve imajı, ülkemizde marka yaratılmasına olanaklı değildir. Bu nedenle, kendi insanımız dahi fason üretim yaptığımız markalara iltifat etmektedir. Kısacası, uluslararası rekabeti iç pazarında kabul etme cesaretini gösteremeyen Türkiye, rekabet etmediği ürün ve hizmetlere üstünlük sağlayabileceği, fark yaratabileceği unsurları öğrenememiş ve yaratamamıştır. Türkiye yaratmayı öğrenmek yerine, yıllarca yaratılanı taklit ederek yaşamayı tercih etmiştir. Rekabet düzeyini ve becerisini geliştirme sınırını yükseltmek yerine, gümrük duvarları ile tüketicisini ikinci sınıf mallara ve daha yüksek fiyatlara mahkum etmeyi tercih etmiştir. Konjonktür dışa açılmaya zorladığında da aklına hükmedemediği Türk tüketicisini de kaybetmiştir. Bu gün Türkiye'de fabrikalar, zorunlu olarak yabancı markalara üretim yapmak için kurulmaktadırlar.
Davos Zirvesi'nde ilan edilen dünya rekabet üstünlüğü sıralamasında Türkiye son sıralara gerilemiştir. Kriterlerin birincisi işçilik maliyetleri, diğeri teknolojik altyapı, üçüncüsü ve en önemlisi ise yaratıcılıktır. Rekabet üstünlüğü sıralamasında en ön sıralarda yer alan ülkeler (Finlandiya başta olmak üzere) mesafeyi yaratıcılıklarıyla ve marka sahibi olmalarıyla açmışlardır.
Türkiye, son tüketici fiyatlarını belirleyebileceği, doğrudan tüketicilere ulaşabilecek, katma değeri yüksek ürünleri satabileceği markalara nasıl ve ne zaman sahip olabilecektir? Üzerinde çalışmak ve strateji geliştirebilmek için, önce sorunu doğru tespit etmek gerekir.
Her an yabancı sermayeye rezerv koymaya hazır, aldığı borçlarla övünen ve her fırsatta rekabetten kaçan zihniyetlerin hakimiyeti kırılmadıkça, bırakın çözümü, sorunu dahi tespit edemeyeceğiz. Mikro analizlerden uzak programlarla da işin özünü asla kavrayamayacağız ve her ihracatın aynı olmadığını da anlayamayacağız.