2003 Bütçesi

TBMM’ ye sunulan 2003 yılı bütçe tasarısı incelendiğinde AKP’ nin yıllardır süregelen bütçe anlayışına herhangi bir yenilik getirmediği açıkça görülmektedir. Söz konusu bütçede gelir öngörüleri açısından bilinenler tekrarlanmış ve büyüklük ekonomisi yaratabilecek bir araç geliştirilememiştir.

Cumhuriyet hükümetleri, piyasalara özürlü bütçeleri, yönetim aracı olmaktan çok bürokratik gereksinim olarak her yıl meclise götürmüşler ve sadece kendi partilerinin milletvekillerine onaylatarak uygulamaya almışlardır. 58. Hükümetin hazırladığı IMF gölgesindeki bütçe de bir benzeridir. Bu bütçenin öngörülerinin gerçekleşmesi ve Türkiye ekonomisine olumlu katkı sağlaması olanaksızdır. Bana göre yakın bir gelecekte revize edilmesi de zorunludur.

Türkiye’ de neden bütçeler verimli sonuçlara araç olamamaktadırlar ? Cevabı basittir ama kamu yönetiminin bu cevaba oryantasyonu bir türlü sağlanamamaktadır. Hükümetlerin gelir yaratma konusundaki temel varsayımları hatalıdır. Söylemleri pazar ekonomisinden yana olmalarına karşın piyasalara sosyalist ekonomi mantığı ile bakmaktadırlar. Dolayısıyla, üretmek için dünyada yaşanan dönüşümü görememektedirler. Önce üretim sözü saçma bir slogandan ibarettir. Tüketim vaadi olmadan üretimi sağlamak olanaksızdır. Hiç kimse satılamayacak bir malı ya da hizmeti üretmez. Dolayısıyla, doğru slogan; önce tüketimdir.

Bazı aylık sonuçlar değerlendirilirken büyüme rakamlarına bakarak üretim artmış ama tüketim artmamış, o halde üreticiler stoklara çalışmış analizini yapmak, yaklaşık yirmi yıldır sıfır stokla çalışan bir dünyada saflıktır(!) Mamul stokunu arttırmak en azından özel sektörün yapabileceği bir şey değildir. Olsa, olsa ürününü satma kaygısı yaşamayan kamu kesimine ait verimsiz ve sorumsuz sonuçlardır.

Kamu gelirlerini arttırmanın yolu ekonomiyi büyütmekten ve eşanlı olarak da kayıt içerisine almaktan geçer. Her ikisi de tüketimi özendirmekten; tüketimi özendirmekte, piyasalara ek vergiler salmanın aksine, alışveriş süreçlerinde yer alan dolaylı vergiler ile KDV, ÖTV ve benzeri tüketim vergilerini kaldırmaktan ve/veya oranlarını düşürmekten geçer.

Üretken olabilecek, para sahibi kesime sürekli ek vergi salarak bu alanı küçültmek her yıl tekrarlanan bir hatadır. AKP’ nin tek başına iktidar olma avantajıyla Türkiye ekonomisinin büyümesini ve kayıt içine alınmasını engelleyen vergi sistemini kökten değiştirmesi gerekir. Üretimde maliyet yaratan ve tüketimi lüks gören vergilerin kaldırılması, sermaye birikimine engel olan gelir ve kurumlar vergisi oranlarının düşürülmesi ve enflasyon muhasebesinin hayata geçirilmesi şarttır. Ne yazık ki 2003 yılı da bu anlamda kaybedilmiş bir yıldır.

Kaynak ise dünyanın her yerinde yatırım hevesi ile hareket eden dinamik bir unsurdur. Ekonomide her ortama iltifat eden kaynaklar bulunabilir. Önemli olan rasyonel ortamlara gelecek istikrarlı kaynaklara yönelmektir. Dolayısıyla, spekülatif ataklarla dolaşanlar yerine kalıcı ve üretken kaynaklara yönelmek için yatırım iklimi elverişli, serbest pazar koşullarına sahip, evrensel hukuka saygılı bir ülke olmanız gerekir. Ön koşul; piyasaları siyasetten arındırmak, vergi ile kazancı dost yapmak, rekabet kurumunu her sahada etkin kılmak, devleti piyasa aktörü olmaktan çıkarmak kısaca, açık ekonomiye sahip olmaktır. Ne yazık ki, bu sözleri meydanlarda sarf edenlerin gerçekte söylediklerini uygulayabilecek deneyim ve bilgiye sahip olmamaları, konuşan ama yapamayan bir Türkiye ortaya çıkarmaktadır. Bu bütçe ile AKP’ nin verdiği fotoğraf da farklı değildir.

Çok doğru bir tespit sonucu, hazırlanacak yasa değişikliğiyle çoktan devletin tasarrufundan çıkmış olan kamu arazilerinin kullanıcılarına satılması suretiyle elde edilecek gelir, önemli bir kaynağın bir defada kullanılması olacaktır. Yasa ile kamu arazilerinin, ileri yıllarda da belediyeler marifetiyle sürekli ve kontrollü olarak hazine lehine değerlendirilmesi sağlanabilir ama bu kaynağın her yıl bu boyutta elde edilmesi zordur. Diğer yandan, piyasalar elde edilecek bu gelirin nerelere harcandığına bakarak ekonomiye olan katkısını belirleyecektir.

Dolayısıyla, hükümet, sürekli kaynak yaratacak mekanizmayı, mevcut ekonomik ortamı iyileştirerek sağlamak zorundadır. Piyasalarıyla barışan ve haksız rekabete yol açacak imtiyazlardan kaçınan bir devlet kısa sürede yarattığı güven ortamında daha kolay ve düşük maliyetlerle borçlanabilecek. Düşen faizler sonucunda finans sektörü ile reel sektörün işbirliği artacak. Güven ortamında alışveriş trendi yükselecek, tüketim eğilimi üretim-kazanç-yatırım sürecini çalıştıracak. Vergilerin düşürülmesiyle vergi ödememenin riski üstlenilmeye değmez olacak. Kayıt dışı azalacak, devletin gelirleri artacak. Kamu harcamaları yeniden ivme kazanacak. Sonuçta hem kamuda, hem özel sektörde verimlilik ve istihdam artacak. Türkiye yeniden ama bu defa sağlıklı bir büyüme trendine girecek. Bütün bunlar, geçmiş örneklerinin bir tekrarı olan bütçenin arkasındaki felsefenin ve mantığın değişmesi halinde olabilecek ya da hiç olamayacaktır.

Irak krizinin piyasalar üzerindeki olumsuz etkisi, ABD ile mutabık kalınarak oluşturulan ekonomik bilançonun konuya özel ve ayrı tutulmasıyla azaltılabilirdi. Hükümet piyasalara ABD yardımının genel bütçe ile ilişkilendirildiği mesajını vererek hata yapmıştır. Piyasaların ihtiyacı yardımdan çok hükümetin aldığı kararların Türkiye’ nin çıkarları açısından doğru olup, olmadığını algılamaktır. Kısaca, 58. Hükümet  ekonomik açıdan bilgili, birikimli ve piyasalara güven veren bir tutum sergilememiştir. Türkiye Cumhuriyetinin 59., AKP’ nin ikinci hükümeti, davranışlarını bu hatalardan ders çıkararak düzenlemelidir.